Kültür - Sanat

Arşivleme alışkanlığı ve Snapchat devrimi

Son birkaç ayda biri iradi biri gayri iradi iki kez, bilgisayarsız bir hafta geçirdim. Bir tanesi Kurban bayramı vesilesi ile kendi kendime aldığım bir karardı. Benden hiç beklenmeyecek, benim de kendimden beklemeyeceğim bir şekilde 9 günlük tatil boyunca çoğu vakit evde olmama rağmen bilgisayarı açmadım. Maillerime telefondan baktım fakat onlara da cevap vermedim. Sonrasında bilgisayarın başına oturduğumda, koca bir dünya üzerime yıkıldı. Üzerimde ciddi bir yorgunluk hissettim.

İkincisi daha herkesin yaşadığı türden, şehir dışına çıkma ve bilgisayara ulaşamama şeklinde oldu. Bunun geri dönüşü biraz daha kolay.

Sonra sonra, bu yorgunluk halinin gitmediğini fakat beni sürekli takip ettiğini, her bilgisayar(ım)a oturduğumda başıma geldiğini fark ettim. Yapılacak, yapılması arzu edilen, bir gün bakılacak, bir gün bitecek onlarca dosya; bunun yanında dün, bugün, önceki gün, geçen sene, ondan önceki sene, ve böyle böyle mazisi ta lise yıllarıma kadar uzanan klasörler.

Bu geçmişe uzanan klasörler meselesi, dikkate değer. Geçen hafta, bilgisayarımın dolan hard disc’ini yedek alıp boşaltmam icab etti. Yedeklerimi koyduğum harici disc’in de dolu olduğunu fark edince, bu sefer onu boşaltarak işe başladım. Birkaç gün süren, geçmişe yolculuk serüveni, biraz acılı, biraz komik, çokca git-gelli bir şekilde nihayete erdi. 

Bu “elden geçirme” işlemini fiziksel hayatıma da uygulamayı denediğimde (yani odamı ve eşyalarımı toparladığımda) bu eylem biraz daha uzun fakat daha az meşakkatli geçti diyebilirim. En azından “gereksiz” malzemeyi atarken, bilgisayardaki herhangi bir şeyi silerken duyduğum o garip hissi pek yaşamadım. “Atılması gerek”, “yer yok”, “neden dursun” gibi basit bahaneler bile, elimdeki eşyayı değersizleştirebiliyor normal şartlarda. Bir bilgisayarın alabileceği çapta malzemenin çok ufak bir kısmını elinizde-masanızda tutabiliyorsunuz çünkü; ve bunlar göz önünde durdukça, ertelendikçe, içinizi sıkıntı basıyor. Evet. Çok geniş bir eviniz yoksa, maziye dair kayıtlarınız mecburen azalıyor. Saklayabildikleriniz, güzel anılarınız, hoş hatıralar kabilinden olmak mecburiyetinde oluyor. Çünkü eşyaları atmak ve tutmak ikileminde kaldığınızda, güzel olanı tercih ediyorsunuz.

Bilgisayarlar kendi kurallarını, kendi dünyasını, kendi yaşam tarzını oluşturdu 

Bilgisayarlar, kullanımına başlandığından beri, her teknolojik alet gibi, insanların elde yaptıkları şeyleri, hızlı ve rahat bir şekilde yapabilmesi için geliştirildi. Askeri çalışmalar, sonra üniversiteler ve en son kişisel bilgisayarlar ve kişisel bilgisayarlar ile beraber gelişen programlar, çizimden yazıya, kitap okumaktan bir matematik işlemini hızlıca halletmeye kadar akla hayale gelecek-gelmeyecek pek çok özelliği kazandı. Öyle ki, rahata alışmakta üstüne olmayan insanoğlu, her şeyini bu alette yapmaya başladı.

Bilgisayarların bir diğer özelliği, geniş bilgi yığınlarını küçük aletlerde barındırabilmesi. Onlarca, yüzlerce binlerce kitap, binlerce, on binlerce sayfa yazı çok rahatlıkla içinde saklanabiliyor, arzu edildiği an bulunabiliyor.

Fakat bilgisayarın, her gün kullandığımız bu aletin, ilk kullanımı, yine her teknolojik-mekanik icat gibi öncelikle “daha önceden var olan bir işlevi daha rahat bir şekilde yerine getirme” olarak yaşandı. Fakat yine her teknolojik alet gibi, bu alet de kendi kurallarını, kendi dünyasını, kendi yaşam tarzını oluşturdu. (Bu konuda Üç Mesele kitabını hatırlatabilirim.)

Kişisel bilgisayarın ve internetin ilk yıllarını, belki 2000’lerin ortalarına kadarki dönemini, alışma dönemi olarak isimlendirebiliriz.

Bilgisayar başında insanlıktan çıkmamızı sağlayan sebepler

Arşivleme de bilgisayar ve internetin doğuşundan beri, daha önce yapılması en arzu edilen şey olduğu için, kişisel kullanımlarda en öne çıkan özelliklerden biri oluyor. Fakat benim gibi bu arşivleme özelliğini kullanmaktan tarifsiz bir haz duyan binlerce insan yavaş yavaş limitlerine ulaşmaya başladı görebildiğim kadarıyla. Arşivlemenin en büyük sıkıntısı, arşivlenen her şeyi kıymeti ne olursa olsun aynı düzlemde bir araya getirmesi. Bir dosya, klasör, kitap, fotoğraf, video vs. fark etmeksizin, her şeyin aynı, yan yana, bir arada olduğu bir yer. Bu arşivlemenin bir ardiyede değil de aynı bilgisayarın içinde yapılması; yani bilgisayarın başındayken her an her yerden, güncel kullandığınız bir dosya gibi, 10 sene öncesinden yarım bıraktığınız bir dosyaya da rastlayabiliyor olmanız, galiba yukarıda bahsettiğim sıkıntıların sebeplerinden bir tanesi.

Bir diğer enteresan durum, sonsuz arşivleme mantığının, sonsuz genişleyen “kaydetme seçenekleri” ile birleşince (fotoğraf, video, ses kaydı vs.) bilgisayarı kullanmaya başladığınız dönemden itibaren yükselen bir grafik halinde, geçmişinize dair neredeyse hiçbir şeyin silinmez duruma gelmesini sağlaması. 5-10 sene önce, gelecek zamanlarda kalması niyetiyle alelade bir buluşmada çekilmiş alelade bir fotoğraf, sizi anında o an’a götürüp geri getiriyor örneğin. Hem de canlı kanlı bir şekilde; yani herkesi o andaki yüzleri, gençlikleri vs. ile görüyorsunuz; yani bugünden geçmişe bir yolculuğa çıkmıyor, sanal bir şekilde o an’ın içine giriyorsunuz. Ve bu nevi şeylere düzensiz aralıklarla fakat sürekli rastlıyorsunuz. Halbuki “insan nisyan ile maluldür.”

Burası da başta bahsettiğim sıkıntının ikinci sebebi, belki de en önemli sebebi. Yani unutamamak. Unutamamak, bence hepimizin bilgisayar başında insanlıktan çıkmamızı sağlayan sebeplerden bir tanesi. Madem ki insan nisyan ile maluldur, nisyanı kaybeden insan nedir?

SNAP devrimi

Sosyal medyada 2-3 sene önce, evvela sessiz sakin sonrasında gümbür gümbür bir devrim yaşandı. Buna Snapchat devrimi diyeyim. Standart bir yazışma-sosyal medya aparatındaki gibi, gizlilik-açıklık özellikleri olan, insanların sizi takip ettiği, sizin insanları takip ettiğiniz ve paylaşımlarını görebildiğiniz bir araç. Devrimci özelliği ise, paylaştıklarınızın saklanmıyor oluşu. Program, yapısı itibariyle hiçbir şeyi tutmuyor. Siz isterseniz bilgisayara kaydediyorsunuz, paylaştığınız biri resminizi-videonuzu kaydederse size uyarı geliyor. Programı pek çok kişi, fotoğraflara-videolara yaptığı ilginç eklemeler ile biliyor. Snapchat (insanların ilk çıktığında koyduğu kısaltmanın sonradan firma ismi olarak değişmesi neticesi Snap) gençlerin en çok kullandığı sosyal medya aracı. Bir mülakatta gençlerden biri mealen bu ayrımı şöyle yapıyor: Facebook bir tür cv. Orada insanlara göstermek istediğim yanımı paylaşıyorum, arkadaşlarımla konuştuğum-paylaştığım yer snap.

Bugün 15 yaşında olan birisi hiçbir şeyi “unutamıyor”

Peki, neden gençler kamusal-özel / arşivlenen-arşivlenmeyen ayrımında bu kadar net sınırlara sahip? Çünkü bugünün büyüklerinin hayatlarında geldikleri yeni bir yer olan teknolojik yenilikler, aynı gençlerin hayatlarından hiç ayırmadıkları şeyler. 2000 sonrası doğanların pek çoğu bilgisayarsızlığı, telefonsuzluğu, internetsizliği, hatta akıllı telefonsuzluğu görmediler. Anneleri babaları onların bebeklik fotoğraflarını facebook’ta paylaşırken onlar büyüdüler ve liseye, üniversiteye gitmeye başladılar. Her dakikaları kayıt altına alındı, sürekli fotoğrafları çekildi, çok hoş anları saklandı. Bugün 15 yaşında olan birinin, ne yaparsa yapsın kaçamayacağı geniş bir fotoğraf arşivi var. Bugün 15 yaşında olan birisi, değişen hayat şartlarının da internet mecrasındaki bu gelişmelere ayak uydurması vesilesi ile hiçbir şeyi “unutamıyor”; yaşadığı iyi kötü her şey kayıt altında, etrafı şirin anıcıklar ile dolu.

Bu ve benzeri şartların yetiştirdiği gençler, gönül rahatlığı ile paylaşımlar yapabilecekleri ortamı Snapchat’te bulunca, işler değişti ve bu program öngörülmez bir yaygınlık kazandı. Bunu gören piyasanın devlerinden İnstagram, kendi tahtının sallanmasına daha fazla müsaade edemeyerek, saklanmayan paylaşımlar özelliğini uygulamaya ekledi bu sene. Whatsapp’ın da Facebook’un da benzer bir özelliği önümüzdeki günlerde uygulamaya sokacağı konuşuluyor. 20 yaş altı insanların ne yaptığına dair bir fikriniz yoksa, her biri büyük kapitalist olan bu firmaların birbiri ardına aynı özelliği getirmelerinden, bu programın ne kadar yaygın olduğunu az çok anlayabilirsiniz. Bu durum bize, unutamıyor olmanın nasıl etrafımızı çepeçevre sardığını da az çok gösterir herhalde…

Yine ıskalanan bir dünya gerçeği, hayatlarımızın tam merkezine yerleşiyor

Bu konuda politik bir örnek vermek, anlaşılmayı kolaylaştıracağı kadar, anlatmak istediğimi basit sınırlara da sıkıştıracak ama olsun; 15 Temmuz darbe girişimi de bizlere bu işin ne kadar yaygınlaştığına dair fikir verebilir. Darbecilerin, Bylock MİT tarafından deşifre edildikten sonra kullanmaya başladığı programa dair hiçbir şey bilmiyoruz. Tek bildiğimiz, birkaç gün içinde, tüm konuşmaları silen bir program kullandıkları ve bu programı, yaklaşık 2016 başından beri kullanıyor oldukları. Ne konuştular? Bilmiyoruz. O güne dair tek bilebildiğimiz, küçük grupların kendi aralarında Whatsapp grubu kurarak hızlı iletişim kurdukları. Bence kabul edilir olmasa da 4 aydır hiçbir şey öğrenemiyor oluşumuzun muhakkak politik sebepleri var. Fakat teknik bazı sebepleri olduğunu da bilmemiz gerekiyor.

Hiçbir şeyin unutulamadığı dünyada, dijital alanda yapılan neredeyse her şeyin dijital bir iz bıraktığı bugün, aynı dijital dünya yeni bir yola doğru evriliyor birkaç senedir.

Ve bu yeni yol, örnekler vermeye çalıştığım eski yola dair HİÇ-BİR-ŞEY konuşulmadığı ülkemizde, yine ıskalanan bir dünya gerçeği olarak hayatlarımızın tam merkezine yerleşiyor. Meselenin siyasi ve uluslararası boyutlarını uzmanlarına bırakıyorum. Fakat şunu da söylemeden edemiyorum: Elinde akıllı telefonu olan 20 yaş altı neredeyse herkes bu uygulamaları kullanıyor, zihinlerini bu uygulamalarla ve bu uygulamalarda gördükleri ile şekillendiriyor; fakat biz, hiçbirimiz bundan haberdar olamıyoruz.

Mehmet Erken

Kaynak

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu