Kültür - Sanat

Yüzyıllardır yüreklerde aynı heyecan, gözlerde aynı parıltı…

Adem Özköse’nin Cennete Otostop adlı kitabında öykülerini anlattığı mühtedilerden Abdulhakim’in verdiği bilgiye göre İngiltere’de İslam’a giriş oranı her geçen gün artıyor. Her ay kırktan fazla İngiliz kadın İslam’a giriyor. Elisa da İtalya için benzer haberler veriyor. İlçesi küçük olmasına rağmen son iki yılda 100 kadın 23 erkek İslam’a girmiş. Papazken ihtida eden Hacı İsmail, Brezilya’nın 28 vilayetinden 26’sında davet çalışmaları yapıyor.

İhtida nehri coşkun akıyor. Gözümüz kulağımız nehrin Türkiye’deki kollarında. Sizce de yüreklerde benzer heyecan, gözlerde aynı parıltı, dillerde ısrarcı dualar, sokakta umut vadeden gayretler var mı?    

Hidayet nasip işi elbette ama nasibin hikmeti var. Allah’a doğru yola çıkan, ısrarcı dualar eden, iştiyak ve azim gösteren nasibini buluyor. İslam ülkelerinde de bu kriterler değişmiyor.

Hidayet öykülerinde gözlemlediğim kadarıyla insanlar duaya çok önem veriyor. Allah’a doğal bir şekilde, içlerinden geldiği gibi yönelip hidayet taleplerini dile getiriyorlar. Sade ve samimi. Önemli bir kısmı zaten tevhide kavuşmuş bu güzel insanlar, yürünecek yolu dualarda buluyor. Avustralyalı bir kokainmanın ifadesi şöyle: “Günlerce dua ettim ve sanırım dualarım kabul edildi!” Heyecan verici. Günlerce dua etmeli demek ki…

Derdimiz mi yok?   

Afganistan’da emperyal düşmana karşı savaşan Çeçen mücahitlerin komutanı Hattab’ın fotoğrafına baktığında huzur bulan, bu bakışlardan etkilenerek resmini çıktı alıp yatağının başucuna asan “kafirler” var. Bakışla doğan sevgiler, Hakk’a susamış insanlarla çağın velileri arasında sahih bir rabıta kuruyor.

Cennete Otostop, sıradan insanın İslam’la buluştuğu muhteşem hikâyeleri anlatıyor. Gözlerindeki ışıltıyı uzun uzun incelemek, yaşamak ve etrafına anlatmak istiyor insan. O ışık ülkemi de aydınlatsın. Davet çalışmalarımızın ihtiyaç duyduğu taze kan, batı yakasından akıyor. Tecrübe çok değerli bir nimet. Ufuk açıyor, motive ediyor ve yolları kısaltıyor. İnsana katkısı, teorik bilgiden daha yüksek. Zeynep Gazali, Müslümanların, hapisteki zulümlere nasıl sabredebileceğini görmeleri için Zindan Hatıraları’nı[1] yazmıştı. Hidayet öyküleri de benzer bir fonksiyona sahip.  

Amazon’da Kur’an okumaları

İnsanlar hidayete kavuşmak için çok büyük çabalar harcıyor, ciddi zorluklara katlanıyor. Hakikat arayışı içinizde yangına dönmüşse sizi Avustralya’dan İran’a ve oradan Taliban ordusuna götürebiliyor. Haftalarca bir Afgan mücahitle sohbet ettikten sonra nihayet ve ancak yangını, kelime-i şehadetle söndürebiliyorsunuz.

Mühtediler okuyor. Harıl harıl araştırma yapıyor. Efsane bir koşuşturma bu. Brezilya’daki köyünden en yakın kasabaya düzenli olarak kitap almaya giden Abdullah Zahid var. 11 Eylül olaylarından sonra meraktan Kur’an’ı da okumaya karar vermiş ama kasabada bulamıyor. On iki saatlik bir at yolculuğu ile Belo Horizonte şehrine Kur’an tercümesi aramaya gidiyor. Üç gün boyunca arıyor ve Portekizce bir çeviriyi nihayet buluyor. Kendisinden dinleyelim: “Bir ay boyunca sürekli bu Kur’an tercümesini okudum. Beni içine çeken, bana huzur veren bu kitabı bir an olsun elimden bırakmak istemiyordum. Kur’an’la birlikte geçen bu bir ayın sonunda Müslüman olmaya karar verdim ve Rioda Jenerio’daki Müslümanlara ait bir mescide gidip Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldum.”

Brezilya’dan kalkıp bir hippi ile Güney Kutbuna gittiniz. Mapuçede halkı içinde, buz gibi günlerde kendinize “Ben kimim, Yaratıcı nerede?” sorularını sordunuz. Tam iki buçuk sene geçti ve muradınıza kavuşamayınca bu sefer de Amazon ormanlarına geçtiniz. Ormandaki yerlilerle birlikte çubukla ateş yakarken bir yandan da “Nereden geliyorum, nereye gidiyorum?” diye sayıklıyordunuz. Size bir gayrimüslimin hediye ettiği Kur’an-ı Kerim’i açtınız ve okudunuz: “Hamd alemlerin Rabbi Allah içindir.” Bu ayetle bütün hayatınız değişti. Hidayet öyküsü böyle bir şey. Bedeli ağır ve sarsıcı.

Kendi hidayet öykümüz üzerine düşünelim. Neler okuduk? Ne zaman bulduk hidayeti? Hangi çabaları gösterdik? Nasıl yollardan geçerek vardı ruhumuz menzile? Vardı mı?  

Hidayet, Davet ve Hareket

Davet de hidayet gibi bir yürek yangını aslında. Bulduğum sonsuz ve sınırsız nimet ile mutlaka başkaları da tanışsın, Hakk’ı onlar da bilsin ve sevsin. Hep birlikte yeniden geçelim Kızıldeniz’den… Davet bu.

İmanı bulan insanın bir davetçi olmaması düşünülemez fakat imanın derecesi davetteki heyecan seviyesini belirliyor. Öyle ya da böyle, bir yol bulup anlatmak ve ulaştırmak isteyecektir kavuştuğu hazineyi. Mühtedi öyküleri hızlıca davetçi hikâyelerine dönüşüyor. Kimi kısık sesli, kimi daha etkili, kimi popüler, kimi sıradan, kimi mahallesinde, kimi sosyal medyada…

Eski uyuşturucu satıcısı Jamaikalı mühtedi, şimdilik sadece dokuz İngiliz’in hidayetine vesile olabilmiş. Yüreklerindeki aşk, gönüllerindeki ateş, onları kaçınılmaz biçimde davetçi yapıyor. Üstüne ilim irfan geldikçe verim artıyor tabii.

İslami Hareket’in kendi rahle-i tedrisini tekrar incelemesi kritik. Uzun etmeyeceğim, içimizde Fatiha Suresi ile ağlayan, Fetih suresi ile huzur bulan gönüller arttığında davet canlanır. İç eğitim süreçlerimizde kalp ıslahına odaklanmalı ve iman ateşini yakmalıyız. Davet de kalpte, hareket de. 

Mühtediler mutluluktan havalara uçuyor

Mühtedilerden biri şöyle diyor: “Ruhumun aradığı mutluluğu burada (İslam’da) bulacağım.” İbn-i Teymiyye iman ile duyduğu hazzı “Kalbimde cennet, göğsümde bahçeler var…” şeklinde ifade ediyordu. Gönül, yüzyıllardır aynı menzile koşuyor. Her insanın aradığı şey değil mi, mutluluk?

Hikem-i Ataiye şöyle demişti: “Allah’ı bulan neyi kaybeder, O’nu kaybeden neyi kazanır?” Bir otostopla hayatı değişen Alman Tobias da şunları anlatıyor: “İslam bana sonsuz bir güven duygusu verdi. Kötü ve iyi olan her olay Allah’ın kontrolünde ve başımıza gelen her şeyi Allah’ın dilemesiyle yaşıyoruz. Bundan dolayı ilerde yaşayabileceğim olumsuzluklar beni korkutmuyor. Ayrıca İslam’la birlikte hayatım anlam kazandı. Geçici olduğuna inandığım bu dünyaya artık Allah’ın sonsuz cennetini kazanmak için bir vasıta olarak bakıyorum.”

İnsanlar, zengin Batı dünyasında bulamadığı huzuru İslam’ın müşfik kollarında buluyor ve mutluluktan uçuyor. Biz İslam’ın kucağında doğmamıza rağmen mutluluk deryasından yudumlamakta zorlanıyor muyuz?

Mühtediler, kalplerindeki temizlenme sonrası sürekli Allah’la beraber olma hislerini anlatıyorlar (İhsan makamı). Mutlulukları kesinlikle Alemlerin Rabbi’ne yakınlıktan kaynaklı. Sade bir vatandaş şunu söylüyor: “Dünyada İslam’dan daha büyük bir nimet yok.” Ülkemizde yer yer şahit olduğumuz manevî tatminsizlik, dinde yüzeysellik ve hemen her şeyden şikayetçi olma halleri neden kaynaklı? Güzeli gören, güzel düşünen lezzeti buluyor.

Nasr Suresi’nde bahsedilen akın akın İslam’a yöneliş var ya! Kulak verenler, nehrin şırıl şırıl aktığını duyabilir. Bu akışın Türkiye durağında mühtediler, buralara uğramaktan, Türk halkından, hatta burayı yurt bellemekten mutlular. Lauren Booth, Jay Palfrey, Rabia Christine Brodbeck, Jenny Molendyk, Julia Sena Yamanoğlu vb. Yerleşenler de düzenli düzensiz uğrayanlar da çok güzel tecrübeler aktarıyorlar Türkiye’ye dair.

Brezilyalı mühtedi psikolog şöyle anlatıyor Türkiye’yi: “İstanbul’a gider gitmez çok iyi Müslümanlarla tanıştım. Kendi kendime ‘Galiba bütün Müslümanlar böyleler. Aradığım insanları sonunda buldum!’ dedim. Ben Müslümanlara nasıl davranmam gerektiğini ve İslam kardeşliğini İstanbul’daki Müslümanlardan öğrendim.”

Allah bazı hakikat avcılarına keramet bahşediyor. Keramet bir nimet, kutsama değil. Bir sureyi dinleyince huzurla dolup bayılan, uzun hidayet yolculuğunun sonunda rüyasında iken kıbleye dönmeye davet edilen vb… Abdest nasıl alınır bilmediği için Amazon ormanlarında beş vakit banyo yapan, namaz nasıl kılınır bilmediği için sadece yere kapanan bir garip yolcu, kendisine bahşedilen ilahi nimeti şöyle anlatıyor: “Bir gece uyurken yataktan doğrularak, La ilahe İllallah Muhammeden Resulullah diye bağırmaya başladım. Bu kelimelerin nasıl söyleneceğini ve ne anlama geldiğini daha önce bilmiyordum. Bu kelimeler sanırım bana Allah tarafından söylettirilmişti.”

Ege’den Belçika’ya göç eden ve hidayeti bulmasından hemen önce manen dipleri yaşadığını belirten Nazlı Hanım, başına gelenleri şu şekilde ifade etmişti: “Bir anda öyle bir perdem açıldı ve Allah bana kendisini öyle bir hissettirdi ki! Hüngür hüngür ağladım. Titreye titreye şehadet getirdim. Artık O’nu bulmuştum. O aşk sana her şeyi yaptırabilir. Dünyayı alt üst ettirebilir… Öyle bir aşk ki sığamıyorsunuz, bu dünya size dar geliyor… Perdeniz açılınca gerçekten her şeyin bir tadı oluyor. Bir kuş sesinin, bir ağacın, renklerin. Allah varsa (hayatınızda) her şeyin tadı var.”

Bu tadın peşindeyiz bir ömür. Allah’a yaklaşmak ve iki dünyada bahtiyar olmak hepimize nasip olsun. 


[1] https://www.dunyabizim.com/kitap/musluman-kardeslerin-kalbindeki-cennet-h42881.html

https://www.dunyabizim.com/kitap/ecel-gelinceye-kadar-cihada-devam-etmek-h42893.html

Source link

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu