SUÇ
Öykü • SUÇ
SUÇ
Binlerce defa kendime aynı ölüm haberini verdim. Bir telefonla, bir elçiyle, bir mektupla. Her seferinde mesaj aynıydı. Baban öldü. Hepsine ayrı ayrı tepkiler verdim. Ağladım, güçlü durmaya çalıştım, bazense hiçbir şey yapamadan öylece yığıldım. Hepsinde de güçlü bir acıyla kavruldum. Gerçeği asla böyle olmaz dedim kendime, daha acı olur. Ama olmadı.
Daha acı olamadı. Aklımda kurduğum onca kurgu durdu ve yerini boşluğa bıraktı. Gövdemde koca bir delik. İçimde yok olmuşluk. Ağlamadım. Hatta güldüm. Kavuştu sonunda dedim. Güçlü durmaya da çalışmadım öylece yığılmadım da. Zaman durdu ben durdum. İkindi güneşi çevremi sardı. Ben de onu sardım. Sardığım kendi eksik yanım mıydı yoksa ölüm güzel geldi de onu mu sardım bilmiyorum. Sardım öylece. Beni saran kızıl ışık gibi sardım. Yüzüme oturan gülüş gibi. İnip kalkan göğsüm gibi. Nefesim hızlı gözyaşım kuru. Eve gidelim istersen diyenlere hayır dedim. Az kaldı. Sahile yürüyelim. Yaşadığımı göreyim. Ölen ben miyim babam mı onu bileyim.
Bilemedim. Ağla dedi herkes. Çocuk gibi ağla. Adam gibi ağla. Süzülsün gözyaşın. Sarıldılar, yüzüme bakamadılar, su verdiler. Köşede kıyıda şokta dediler ama şokta değildim. Üzülememek suç muydu baba. Soramadım sana bunu. Toprağa koyarken de soramadım yıkarken de evde can verdiğin yeri yatak yapıp yatarken de. Ölüm ayrılık değil gibi.
Ayrılık gibi olan kalımdı. Kalan bendim. Ayrı kalan da ben ayrı ölen de. Sen burada değilken konup göçen de ben. Ayrılık değil kavuşma. Kavuşan sen. Kavuşuşun kutlu olsun diyemeyen ben. Ağzımı açıp sana tek bir söz bile edememek dışında bir üzüntümün olmamasına bile üzüldüm ama ölümüne üzülemedim. Ölüm demeye üzüldüm ama ölmene, seni o nemli toprakta yapayalnız bırakmaya üzülemedim. Olması gerektiği gibiydi gidişin, gelenlere büyük büyük masalar kuruşumuz, okunan ayetler, edilen dualar, başın sağ olsunlar olması gerektiği gibiydi. Çorba da olması gerektiği gibiydi mesela. İçmemem gerektiğini hissede hissede içtiğim bir tas çorba güzeldi, verilen pideler de güzeldi. Sen sevmezsin diye biber koydurmadım hatta pideye. Babam böyle sever dedim Mehmet abiye, buğulandı onun gözleri ama ben yine gülümsedim. Bir kuş çırpınıyor göğsümde seni anınca ama ağlatmıyor. Çırpınıp, göğsüme çarpıp duruyor sadece. Ama bir tek beni ağlatamıyor o kuş. Merve ağladı mesela. Her köşede kıyıda ağladı, kollarımda ağladı, yatağında bütün gece ağladı. Ağlamasını kıskandım. Seni benden çok sevmesini kıskandım. Keşke dedim bende ağlasam hüngür hüngür, deseler ki ulan ne çok seviyormuş babasını. Tek bir gözyaşı bile dökmedim arkandan.
Kafamda kurduğum senaryoların hepsinde ağlamıştım oysa. Mesela halamın bana telefon edip baban Hakk’ın rahmetine kavuştu oğlum dediğinde amfide olmama aldırmadan hüngür hüngür ağlamıştım. Ya da Selvi’nin gelip başın sağ olsun Murat deyip boynuma sarıldığında tir tir titreyerek güçlü durmaya çalışsam da gözlerimden bir bir düşmüştü damlalar. En çok da rüyamda annemi görüp uyandığımda evde seni de bulamadığım o hayalde… Öyle çok ağlamıştım ki belki çocukken düşüp yara bere içinde kaldığımda bile o kadar ağlamamışımdır. Ama gerçekte öyle olmadı. Merve’nin mesajını görünce iki kere okuyup dudaklarımın arasından gerçek olup olmadığını kontrol edermiş gibi çıkan ‘Babam ölmüş.’ cümlesini yabancı gelen sesimden duymak dışında başka tek bir tepki bile vermemiştim. Ölmüş demek kanıma dokunmuştu bir tek. Zaten bir daha da babam öldü diyemedim kimseye. Vefat etti babam, dedim hep. Ölmeyi sana yakıştıramadığımdan ya da senin kimseye öldü demediğin gibi sana öyle dememe alınırsın diye korktuğumdan kimselere babam öldü demedim. Günün tükendi babam, nefesin tükendi, vaktin doldu. Teslim ettin ruhunu, sıyırdın bedeninden. Çok sevdiğin ceketini çıkarıp şöyle bir evirip çevirirek tozunu silkeleyip asardın ya askısına bedeninden ruhunu da aynı şekilde sıyırıp dünyanın tozundan temizleyerek teslim etmişsindir.
Keşke böyle incelikle teslim ettiğin ruhunu sorabilsem sana. Ruhumuz en çok kalbimizde mi baba? Keşke Merve’nin rüyasına geldiğin gibi benimkine de gelip cevaplasan sorularımı. O çok üzüldü diye girdin rüyasına biliyorum, kıyamazsın kızına. Önceden de en çok onun saçını okşardın zaten. Annemi görürdün gözlerinde. Kıskanırdım ben de. Hiç bitmemiş işte o çocuksu kıskançlık, göğsüme sıkışıp kalmış. Seni görebiliyor diye, senin için ağlayabiliyor diye bile kıskanıyorum onu. Kardeş olmak böyle çünkü, ne olduğuna ne öldüğüne. Ama benimki annemin yokluğundan biliyorum. Babalar kızlarını anneler oğullarını sever en çok, babalar kızlarının gözlerinde aşık olduğu kadını anneler oğullarının gözünde aşık oldukları erkeği görürler. Selvi’nin gözlerini göreceğim bir kızım olsa ben de onu dünyalara değişmem. Her gün okşarım başını, mis gibi kokar o da anası gibi. Annem olsa işte o da daha çok benim başımı okşardı belki. Sen duysan bunları hadsizlik ettiğimi söylerdin. Ne garip ki bunun için bile kızamazsın bana artık. Ben de toprağa kavuşana, annemle senin kavuşman gibi birbirimize kavuşana kadar sabredeceksin bu azar için.
Zor mu oralar, kabir, sorgu ve onca günahın azabı? Her gün dua ediyoruz, Kur’an okuyoruz arkandan ama kimseye kolay gelmeyen sana da zordur elbet. Anneme kavuştun mu, bari onu söyleseydin bana. Gerçi Merve’ye kavuştuk demişsin. Annen de ben de iyiyiz demişsin. Merve alt tarafı bir rüya dedi inanmadı pek ama ben inandım. Kavuşmuşsunuzdur, iyisinizdir birlikte. Keşke annem de benim rüyama gelip söylese kavuştuğunuzu, iyiyiz oğlum dese, baban yine işinden fırsat bulup gelemiyor dese. Ne sen ne annem uğramadı bana rüyalarımda bile. Yoksa ağlamadım diye halam gibi siz de mi darıldınız bana?
Halam seni çok seviyor baba, abisinin bir tanesi olmasının hakkını sonuna kadar veriyor. Geçen gün odana gelip azarladı bile beni. Kapıdan bir girişi vardı, hışımla. Kapadı arkasından kapıyı, gelip karşıma durdu. Hadi ağlamıyorsun, güçlü çocuksun ama bari ortalarda dolanıp muhabbet etme herkesle. Babanın gidişine sevindin sanacak millet. Kızarken ki ses tonunu bilirsin. Bir hanımefendiden böyle hiddetli bir tonun çıkışı beni hep şaşırtmıştır. Her kelimesi titretir içimi. Bu sefer öyle olmadı ama. Sesinin hiddetine abisinin hüznü karışıyordu çünkü. Gelip yanıma oturamadı bile. Koltuğa şöyle bir baktı sadece. Senin orada öyle can çekişirken yatışını hatırlamış olacak ki gözlerinden yanaklarına uzun uzun süzüldü yaşlar. Kızdığını unuttu, ne yaptığını ne yapacağını unuttu, durdu öyle kapının önünde. Gidip sarıldım tabi. Onun ağlayışına içim cız etti ama yine de ağlayamadım. Belki öldüğünü görmediğim için ağlayamıyordum baba, ne dersin? Bu koltukta senin dizine başımı yaslar gibi yatışım bu yüzden belki. Merve uğrayamadı uzun süre buraya, halam yalnızca bir defa geldi böyle. Bir tek ben her gece dizlerinde yatar gibi uyudum bu odada. Yarım kalmış yazılarını bile okudum. Ölümü anmaya başladığın o yazıyı bile okudum. Sesini duydum kulaklarımda hatta. Hani anneme okuduğunu anlatıp Merve’nin ısrarı üzerine bize de okurdun ya yazdıklarını. Bir dizinde ben bir dizinde Merve. Hala aynı ses kulaklarımda. Bu odada hala varmışsın gibi. Uzun bir seyahattesin her an dönecekmişsin gibi. Annem öldüğünde de böyle olmuştu, sen de ilk başta öyle gelir zamanla ağırlaşır ölüm demiştin. Benim için öyle olmadı baba. Annemi anınca da göğsümdeki kuş sağa sola çarpar sonra yorgun düşerdi ve hep aynı şeyi fısıldardı. Uzun bir seyahat bu. Seni de yanına çağırdı işte. Uzun bir balayı gibi. Merve bana emanet edilmiş, kapılar her gece sıkı sıkıya kitlenip dualarla uyunması tembihlenmiş de bavullarla gitmişsiniz gibi. Öldüğünü bilsem de gidişin böyle neşeli geliyor işte bana.
Belki bu çocukça düşüncelerim herkes gidince, Merve ile koca evde yapayalnız kalınca geçecektir diye düşünüyordum. O gün hiç gelmeyecek gibiydi o sıralar. İki ay geçmişti ama hala kapının sesi durulmuyordu. Merve ağlamayı bırakmıştı ama gülmüyordu da. Odana kimse gelemedi ama her gelen kapıya uzun uzun bakıp iç çekiyordu. Sevenin ne çokmuş. Her gelen yüzlerce duayı salonun ortasına yığdı da salonumuz koca bir dua oldu. Allah güç versin kalanlara, sağlıkla sıhhatle yaşayın onların yerine de. Genç gitti anneniz de babanız da. Onların ömrü de sizin olsun inşallah. Pek severdik rahmetliyi kabri nur dolsun. Murat oğlum güçlü durma vakti şimdi Merve’miz önce Allah’a sonra sana emanet.
Sonra zaman her zamanki gibi hızla geçti. İki ay peşine bir kaç ay daha kattı, kıştı bahar oldu. Ev Merve’yle bana kaldı. Bir gece yanıma geldi Merve. Odana ilk defa girdi aylar sonra. Masana dokundu, sandalyeni uzun uzun izledi. Ben de onu izledim uzun uzun. Babasını özleyen bir kız olarak da güzeldi Merve. Sonra gülümseyen yüzümü görünce ağlamaya başladı tekrar. Kollarımda ağladı yine. Bağırdı bana, sizi sevmediğimi söyledi hatta. Kızdı, ağladı, halsiz düştü. Odanda geçirdiği kısa özlemi de bana kızarak mahvetti. Siz hala rüyama gelmediniz, ben hala senin için gözyaşı dökemedim, kimse beni affedemedi. Ama Merve hala senin için ağlayabiliyordu baba. Acaba gerçekten sevmiyor muyum sizi?
Selvi bile sordu bana bunu. Hadi anneni hiç tanımadın ama ya baban? Aynen böyle dedi. O da beni suçladı o zaman. Ama şimdi suçlayamıyor. Senin ölüm haberini aldığım o günü unutmayan bir ben kaldım çünkü. Her gece dizlerine yatıp tüm dertlerimi unutur gibi odanda sabahlıyorum hala. Selvi çocuk gibi olduğumu söylüyor bu odada. Çayımı getirmek için geldiğinde saçlarımı bile okşuyor bazen. Kızma hemen. Yanlış bir şey yapmadım. O artık gözlerine baktığımda onun gözlerini görebileceğim çocukların annesi.
Seni toprağa gömdüğümüz o günden üç beş ay sonra gidip babasından istedim onu. Merve kızdı tabi, cenaze eviymişiz biz, yakışık almazmış. Umursamadım, sen severdin Selvi’yi, gelinin olsun isterdin. Gittim Allah’ın emriyle istedim sensiz sensiz, onlarda verdiler kızlarını bu öksüz yetim oğlana. Ama Halit amca şart koştu hemen. Düğün sonbaharda olsun bu yıl olacaksa da, babanın yası dinsin öyle sevinelim. Tamam dedim ben de. Sonbaharın kızılında oldu düğünümüz, bizim bahçede. Bahçedeki yaprakların arasında bağlandı kaderimiz. Düğün biter bitmez Merve bir kaç haftalığına halama gitti. Herkese yeni evli çiftin yanında kalmak olmaz diye bahane buldu ama ben biliyorum evlenmeme kızdı. Abisini kıskandığından değil. Sizi sevmediğimi, seni toprağa verir vermez sanki hiç umrumda değil gibi evlendiğimi düşündüğünden kızdı. Her gece söylendi halama, kulaklarımın çınlamasından biliyorum. Kızmadım ona. Her çınlamada odana kapandım. Merve’nin yükünü alsın, gönlümüze yeni bir soluk getirsin diye alelacele evlenmek kötü mü diye günlerce sorguladım. Asıl suçlu düğünüm değildi biliyorum. Bir kere bile gözyaşı dökemememdi.
Dayanamıyorum daha fazla. Cevabını yıllar sonra bile alamasam da yine soruyorum sana, ağlamamak suç mu baba?
Yarım kalmış mektubun benim ağzımdan yazılmış gibiydi. Dedemden sana kalan masada, onun dizlerinde yatıp anlatır gibi yazdığın mektubunu senin masanda senin kucağına sığınmış gibi okuduğuma gülüyorum istemsiz. Koca bir kahkaha kaçıyor dudaklarımdan, kaderimize katıla katıla gülüyorum. Göğsümü daraltan her şeyi gülüşüme katıyorum. Pat diye açılıyor kapı ve Necla şok içinde öylece izliyor beni. Gülüşüm şiddetleniyor, öyle ki gözlerimden yaşlar bile geliyor. Evdekiler kapıya toplaşıyor, kalabalığın gürültüsü kulaklarıma doluyor. Senin için günlerdir akıtamadığım yaşlar şimdi mektubuna akıyor. Elimdeki mektup masanda kalıyor birileri beni apar topar kucaklıyor. Gözlerimden yaşlar öyle çok akıyor ki görüşüm kapanıyor. Şimdi ben de sana soruyorum baba, ağlamamak suç mu?