Kültür - Sanat

SOSYAL MESAFE

Öykü • SOSYAL MESAFE

SOSYAL MESAFE

Şimdi ben bu öyküyü caanım uykuma kıyaraktan şeettiğimi söyleyecem ya! Efelik edecem ya illaki! Evet işin gücün artislik. İçses sen aradan çekil yavrum otur oturduğun yerde. Adamın canını sıkma. Zaten hey heylerim tepemde. Öykü diyordum mühim mevzu. Efendim gecenin bir vakti kalktım hem de uykumun canına ekmek doğrayaraktan. Kalkmasaydın kardeşim bize mi sordun, diyebilirsiniz. Zaten ağzı olan konuşuyor canına yandığımın dünyasında. Şimdi ben bu kroşeyi indirdim diye siz de taşı gediğine koyaraktan hani, ona bakarsan klavyenin başına oturan da öykücü oluyor, diyebilirsiniz. Hee klavyenin başına oturan da… İçses işin yok mu kuzum senin! Ne diyordum öykü esaslı mevzu. Bir karakter bulacaksın, bir atmosfer oluşturacaksın, bir biçim arayacaksın, sonracığıma üstkuramacası var bunun, anlatıcısı var, olay, mekân var oğlu var anlayacağınız. Silah zoruyla mı yazdırıyorlar sana kardeşim, yazmayıver sen de Allah Allah! İçses çok oluyorsun ama. Şimdi öykücü bir ağabeyimiz olsa anlatıcı çeşitlemesi gibi fiyakalı bir laf ederdi. Ederdi Allah için. Hah şöyle efendi ol canımı ye İçses. Ahmet Mekin gibi temiz adamlar şu öykücüler ne de olsa. Fiyaka da haklarıdır, çalım da. Hakkıdır hakkıdır! O torbaya doldurduğun tulumba tatlıdır. Tatlıdır tatlıdır. Buna da Karagöz’den mülhem anlatıcı hımm güzel buluş gibi bir şeyler, derdi eminim. Hatta kalıbımı basarım. Tamam bilader sende de ne çene varmış diyebilirsiniz. Deriz demeyiz sana mı soracağız kardeşim. İçses kaşınma!

Gelelim mevzumuza. Mevzu derin. Efendim aşırı yorgun ve uykusuz olduğum bir günün ilk akşamından vurup kafayı uyudum. O yorgunluk, o uykusuzluğa bana mısın demeden iki bilemdin üç saat sonra uyandım. Uyanmasaydın kardeşim bize mi sordun demeyin ama. Uyandım değil aslında uyanmış bulundum. Sıcak somun ekmek gibi şu şairler hak için. Bak zihnimize nasıl nakşetmişler mısralarını görüyor musun İçses? Biraz feyz al feyz. Şairleri severim. Kitabın ortasından konuşan adamlar ne de olsa. Şairler candır. Candır candır. O öğlen yediğin de turşu ilen patlıcandır. İçses sululuğu bırak! Oturmuşuz derdimizi yanıyoruz şunun şurasında. Bir saygı duy, bir bişey yap hıyar! Rüyamda kır gibi bir yerdeyiz. “Yiz” diyorum çünkü memlekette kalburüstü ne kadar öykücü varsa orda. Bir eğlence tertip edilmiş, parti gibi bir şeyler verilmiş ama siz bunu lise mezunları şeysi gibi düşünmeyin. Bildiğin parti verilmiş işte. Hikmetinden sual olunmaz rabbim. Rüya bu ya benim de hepsiyle muhabbetim, tanışıklığım varmış. Rüyanda görürsün demeyin çünkü ben de onu diyordum zaten. Rüyamda memlekette elle tutulur, parmakla gösterilir ne kadar öykücü tayfa varsa hepsiyle tanışıyormuşum. Bu arada İçses gülmekten morardı burada efendim. Töbe estağfirullaah. Şurda oturmuşuz öykü diyoruz, rüya diyoruz geveliyoruz bir şeyler. Ne diye maydanoz oluyorsun ordan. Pis herif! Ben öykücü takımının arasına ister rüyada girerim ister neyse ne! Sana mı soracağım kardeşim. Bak atarım seni işten. Unutma bu öykünün müellifi hâlâ benim. Çıkarken muhasebeye uğra derim o olur.

Efendim cümlenizden affımı diliyorum. Ne diyordum? Haa rüyamda öykücü ağabeylere sual etmek için dolanıp duruyorum. Kıvranıp duruyorum desene sen şuna. Ulan ister dolanır ister kıvranırım kaydı sana mı düştü İçses. Bildiğiniz ciğerci kedisiyim hazeratın peşi sıra hani. Koştur koştur üstüm başım, fanilam ter içinde beri taraftan. Elimde bir not defteri, tahta bir kalem, bakışlarım puslu, ellerim karıncalı. Rezili rüsvayım söze gelir değil. Efendim yeri gelmişken İçses’in gözlerindeki istihzayı görmelisiniz. Namussuz herif! İçses yavrum kına aldım sana. Anladın onu sen. O perişanlıkta olmama rağmen en sevdiğim öykücü ağabeyi gözüme kestiriyorum, yandan yandan meclisine sokuluyorum, yürümeye başlıyoruz, bütün hürmetim, efendiliğimle el pençe divan, efendim sizin falanca kitabınızı okudum, filanca öykü ne öyküydü öyle ama gibilerinden şirinlikler ediyorum.

Efendim sizin öykülerinizde kendimi buluyorum hatta öyle ki kitaplarınız masamda hep yanı başımda durur diyerekten şeedecek oluyorum. Özellikle son öykü kitabınızı dönüp dönüp kaç kere okumuşumdur Allah bilir, diyecek oluyorum. Oluyorum da adamın beni tındığı yok. Varlığımdan haberdar değil. Yüzüme boş boş bakıp babacan babacan gülümsüyor o kadar. Ulan her şey aklıma gelirdi de en sevdiğim öykücünün huzurunda ontolojik bir sorunsala dönüşeceğim aklıma gelmezdi. İyi mi? Bu arada yürü yürü payitahtta huzura gelmişiz haberim yok. İçses uyarsana oğlum beni ne işe yararsın sanki? Haşmetmeap’ın şiir meclisi kurulmuş. Vüzera, yeniçerilerden değme asakir, pos bıyık ağalar-paşalar, en güzellerinden seçilmiş, şekerrenk hizmetkarlar, şairler, mevlidhanlar, nevi şahsına münhasır meddahlar, sanatkârlar kimler kimler… Hünerini sergileyen ulufeyi, caizeyi kapıyor. Ben ortada kala kalıyorum öyle. Göğsüm daralıyor nefes alamayacak oluyorum biran. İçimdeki bu sıkıntıyı söküp atmak için merdivanaaa, aaaahh merdivanaa dayadım sırtımı gene böğüünnn merdivanaa merdivanaaaaee diye semaya bir avaz bırakmak istiyorum. O kadar. Oradan ayrılıp bir korulukta biraz nefesleniyorum. Kendimi doğaya vuruyorum. Biraz temiz hava doğayı seyretmek beni kendime getiriyor. Duruluyorum. 

Pes etmek bize yakışır mı oğlum diyerekten bir başka öykücü ağabeyin yanında bitiyorum hemen. Bütün enerji ve heyecanımı yenilemiş olarak elbette ki. Gözlerimi kapıyorum, derin bir nefes alıyorum. Ortaokul yıllarında köyde derede çimmeye gider, belimize gelen suda boğulmamak için nefesimizi tutma yarışına girişirdik hani. O günler geliyor aklıma birden. Daha o günlerden ne nanemolla olacağınız belliymiş hah ha! İçses sen ilkgençlik nedir bilir misin canımın içi? Haspinallah. Bir taraftan da yüzümün gözümün terini silmekle meşgulüm. Ter içinde kaldığını vurgulayıp durmasan olmuyor sanki diyebilirsiniz. Zaten şu üç günlük dünyada bir şeyler için uğraş vermenin ne anlamı olabilir değil mi canım? Hakkınızdır dilediğinizi söyleyebilirsiniz. Gördüğünüz üzere içimizin sesini bile susturamıyoruz nasılsa. Size mi laf edeceğim.

Yürü yürü çok büyük bir kütüphaneye gelmişiz. Bu kütüphane aşağı yukarı on dönüm arazinin üzerine bina edilmiş. Avlusunda fresk tablolar, natürmort resimler, heykeller, büstler… İçerisinde en nadide yazma eserlerden tutun en modern kitaplara, bilimsel çalışmalardan sanatsal eserlere, dergiler, ansiklopediler, çocuk kitapları ne ararsanız var. Hatta tarihin değişik dönemlerindeki savaşlardan kalma ilkel teknolojik aletler bile mevcut. Kulak kabartıyorum bizim öykücü abilerin muhabbeti koyu. Yakası açılmadık öyle laflar ediyorlar ki samimiyetlerine beni de katmalarına şükran duyuyorum. Tam zamanı oğlum diyorum kendi kendime hadi göreyim seni. Çay kahve hizmetlerine koştururken bir taraftan da bizimkinin yanına sokuluyorum imza şettirecektim rahatsız olmazsanız gibilerinden. Dakikalarca benim de kalemim olduğundan, yazmanın benim hayatımdaki yerinden, not defterimi kalemimi hazır edip tavsiyeleri olursa müteşekkir olacağımdan, şu içinde bulunduğumuz zamanın benim için ehemmiyetinden, eğer arzu ederlerse birkaç çalışmamı kendilerine gösterebileceğimden, okuyan herkesin hakkımı sağ olsunlar teslim ettiklerinden filan dem vuruyorum. Dem vuruyorum da dinleyen kim! Üstat beni dinlerken aniden esneyip, gerinip suratıma doğru hapşırmasın mı? Ulan arkadaş birinin ahını mı aldım nedir bu yav diye içerleniyorum. Üstat sanki her gün birinin suratına suratına hapşırıp dururmuş gibi bütün olağanlığıyla kalkıp gidiyor. Yorum yapmayacağım hah haa! Bak yapmazsan hatırım kalır. Nolur yumurtla bir şeyler! Adamın ardından koşturup sesleniyorum sesleniyorum ama kapı duvar. Öylece Çengelköy hıyarı gibi kalıyorum orta yerde. “Merdivanaa”ya devam etmek istiyorum bütün gücümle ama ona bile mecalim yok.

Kısa bir müddetten sonra noluyor lan hemen burnunu düşürüp yelkenleri koyuveriyorsun diyorum kendi kendime. Sen böyle yaparsan İçses gibilerine düğün bayram oğlum diyorum. Biz bu yola baş koyduk aslanım gibi sloganik bir cümle daha ediyorum. Gözlerimin feri yerine geliyor. Ayaklarım yere daha bir sağlam basıyor. Öyle ki yürüdüğüm yerleri titretiyorum. Saçlarımın dikeldiğini, koltukaltlarımın kabardığını hissediyorum. En zor zaman ve şartlarda ayağa kalkmanın ilk adımının karar vermek olduğunu çok iyi biliyorum. Kararımı veriyorum. Yıkılmak, yılmak, yenilmek yani üç “y” bize yakışmaz diyorum. Yok artık üç “y” ne yav kromozom şeysi mi? Sana cevap vermiyorum artık İçses Efendi. Ağzı olanın konuştuğu şu dünyada sana laf yetiştireceğim diye hiiçç kendimi yoramam evladım. Buyur canın ne istiyorsa söyle, dilin neye dönüyorsa konuş. 

Koştur koştur öykücü ağabeylere yetişiyorum bu arada. Bir belediye otobüsünde kendimizi buluyoruz. Kanlıca’ya doğru gidiyoruz. Hepimizin ağzında maskeler. Koltuklara birer boşluk bırakılarak oturulmuş. Körüklüde öykücülerle beraber bir tek ben varım. Bir müddet derin bir sessizlik oluyor. Ben fırsattan istifade lise yıllarımdan beri kitaplarını döne döne okuduğum bir öykücü ağabeyin ensesinde bitiyorum. Sırtı bana dönük. Üstünde hâkî yeşili bir pardösü. Elinde baston, başında melon bir şapka. Derin bir nefes alıp verdikten sonra omzuna dokunup efendin bakar mısınız, deyiveriyorum.  Hazret bana dönüyor bütün tebessümüyle. Buyur arkadaşım, demez mi? Ulan galiba şeytanın bacağını bu sefer kırdık, diyecek oluyorum. Bir adım daha atıp adama iyice yaklaşıyorum. Hoparlörden önce hırıltılı sesler yükseliyor. Sonra otobüsün aynasında şoförün oldukça asık suratıyla karşı karşıya geliyorum. Hırıltılar kesilince birden otobüsün içini LÜTFEN SOSYAL MESAFEYE DİKKAT EDELİM sesi dolduruyor. Başımı çevirip İçses’e bakıyorum bu sefer halime için için ağlıyor. Silkinerek uyanıyorum. Ter içindeyim. Dilimden “rüyaymış” kelimesi düşüyor. Kendime biraz geldikten sonra çalışma odama gidip klavyenin başına geçiyorum.

Kaynak

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu