Kültür - Sanat

Sâmiha Anne her mektuba cevap verirmiş

Samiha Ayverdi

Kubbealtı Kitabevi’nden Sâmiha Ayverdi Hanımefendi’nin birkaç tane kitabını almıştım. Bu kitaplardan bir tanesi, Yaşayan Ölü adlı romanıydı. O yılarda yaptığım ve yirmi dört saat süren İstanbul-Şırnak yolculuklarımdan birisinde okumuştum bu kitabı… Kitabın üslubundaki o güzellik hemen kendisini fark ettirmişti. Ki bu üslup sayesinde neredeyse hiç ara vermeden okumuştum bu eseri… Eserin beni içine çektiği ruh hali ise kelimelerle anlatılamaz.

Yaşayan Ölü nefis bir kitap

Bir romandı ama içerisinde ahlakî ve dinî öğütlere de yer veriliyordu. Okuduğunuzda ilahi bir aşk atmosferinde yazıldığını anlayabiliyor, yazarının ne kadar olgun bir insan olduğunu sezebiliyordunuz. Öyle ki konusu itibari ile, yüzyılımızın hastalığı bencilliğe karşı etkili bir mesaj içeriyordu. Nefsinin bencilliğini yenmemiş bir kimse bu ayarda cümleler sarf edemezdi.

Kitap, konu ve üslup bakımından kelimenin tam anlamıyla mükemmeldi. Ama özellikle kelimelerin dizilişi bakımından da bu eser hayranlık uyandırıcıydı. Acaba kelimeleri inci gibi dizmek hususunda eskiler daha mı başarılıydı? İşte bu sırlı kelimeler vasıtasıyla oldu bu güzel şahsiyeti tanımamız ve de sevmemiz… Allah makamını cennet etsin.

Talebesi Aysel Yüksel, Sâmiha Hanım’ı anlattı

ESKADER başkanı araştırmacı yazar Mehmet Nuri Yardım Bey aynı zamanda bu güzel insanın, Sâmiha Ayverdi’nin öncülüğü ile kurulan Kubbealtı Vakfı’nın da yetkililerinden… Sağ olsun kendisi her karşılaşmamızda bizi yazmak hususunda teşvik eder ve şevklendirir. Yine bir karşılaşmamızda bizi yazmaya teşvik etmiş, ardından da Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi’ndeki “Zeytinburnu’nun Ebedi Sakinleri” adlı toplantıya davet etmişti.

Allah nasip etti, geçtiğimiz Cuma günü Zeytinburnu’ndaki bu güzel programa katıldık. Mehmet Nuri Bey’in yönettiği toplantının konusu Sâmiha Ayverdi Hanımefendiydi. Konuğu ise onun talebesi ve hususi kâtibesi Aysel Yüksel Hanımefendi’ydi. Kıymetli büyüklerimiz hoş bir söyleşi gerçekleştirdiler. Öyle ki bu söyleşide Sâmiha Ayverdi Hanımefendi’nin binlerce mektuba cevap verdiğini, Allah için zor şartlarda şehrin bir ucundan bir ucuna gittiğini öğrenince ona olan sevgimiz daha da arttı. Bu vesile ile bir de ruhuna Fatiha göndermiş olduk.

Gazetelerde edebiyat birinci sayfadaydı

Aysel Yüksel Hanımefendi, Sâmiha Ayverdi Hanımefendi ile 1957 senesinde hocası Nihat Sami Banarlı Bey vesilesiyle tanıştığını ve daha sonra da kendisiyle hoca–talebe münasebetine girdiğini söyleyerek başladığı konuşmasında birçok güzel hatıraya yer verdi.

Nihat Sami Bey’in Sâmiha Hanım’la tanıştıktan sonra bazı huylarının yumuşadığını, daha hoşgörülü olduğunu bir öğrencisinin yazdığı mektupta okuduğunu söyleyen Aysel Hanım, bu dönemden sonra Nihat Sami Bey’in bambaşka bir öğretmen olduğunu bu mektuptan öğrendiklerini ifade etti.Samiha Ayverdi

Bu konuda Mehmet Nuri Yardım Bey ise şöyle bir katkıda bulundu: “1950’li yıllarda gazetelerimiz edebiyatçılara yer veriyorlardı. Nihat Sami Banarlı ikinci sayfada makalelerini yayınlamıştır. O yıllarda Yahya Kemal’in şiirleri de birinci sayfadan yayınlanıyor. Düşünebiliyor musunuz, Hürriyet Gazetesi’nin birinci sayfasında şiirler yayınlanıyor. Tabii bugün gazetelerin edebiyata ilgileri o kadar değil. Nihat Sami Bey daha önceleri yazılarında daha sert ve asabi imiş ancak Yahya Kemal’le ve Sâmiha Hanım’la tanıştıktan sonra o yüce gönle erişmiş…”

Aysel Hanım, Sâmiha Hanım’ın 1938’de yazı hayatına başladığını 1993’te vefatına kadar 43 tane eser neşrettiğini; ancak toplamaya çalıştıkları araştırma yazılarını da hesaba kattıkları zaman herhalde beş-altı cilt kitabın daha buna eklenmiş olacağını söyledi. Mehmet Nuri Bey ise bu eserlerin tamamının özenle hazırlanmış eserler olduğunu ve edebiyatımızdaki en çok eser veren kadın yazarın Sâmiha Hanımefendi olduğunu ilave etti.

Ulaşılmazlık sünnete aykırıdır

Söyleşide en çok etkilendiğim yer ise Sâmiha Hanım’ın kendisine gönderilen binlerce mektuba cevap verdiğini öğrenmemdi. Neden bu bölümü önemsemiştim? Çünkü günümüzde ne oldum delisi bir kısım sonradan görme zevat, hasbelkader bir ilgi yoğunluğuna maruz kalınca, insanları artık muhatap olarak görmemeye başlıyorlar. Başlangıçta yanımızda yöremizde olan bu insanlar bir bakıyorsunuz kendilerine bir ulaşılmazlık gömleği biçmişler. Telefon ediyorsunuz ulaşamıyorsunuz; elektronik posta gönderiyorsunuz, cevap alamıyorsunuz. Yani sizin kimse eşref-i mahlûkat olduğunuzun farkında değil ve kimse sizi muhatap almıyor.

Oysaki ne Allah Resulü böyle yapmıştı ne de onun has takipçileri… Dolayısıyla ulaşılmazlık ve muhatap almamak sünnete aykırı bir durumdur. Bu gaflete düşenlerin hiçbirisi Sâmiha Ayverdi Hanımefendi kadar da meşgul olamazlar.

Bizim burada, onca işinin arasında onu sayfalarca mektup yazmaya yönlendiren sebebi düşünmemiz lazım. Bulunduğu meclistekilerle aynı hizada oturan, özel bir koltukta oturmayan ve görüldüğünde “Hanginiz bu kavmin efendisi?” diye sorulmasını gerektirecek kadar halktan ayrışmayan bir Peygamberimiz var. İnsanı muhatap almamak onun hayatında görülmüş bir şey değil… Şu halde hiç kimse; entelektüeli, münevveri, şeyhi, hocası, yazarı, bürokratı, zengini ulaşılmaz olan bu yapının referansını dinde aramaya kalkmasın!

Bir bakıma mektuplarla güzelliğini yaydı

Hiç tanımadığı insanlarla (yeter ki ihtiyacı olduğunu bilsin) mektup yazarak iletişime geçen ve bunu da insanı eşref-i mahlûkat olarak gördüğü için yapan bu güzel insanın bu konudaki ahlak-ı Muhammediyesini herkes duymalı ve örnek almalıdır. Sâmiha Hanım’ın etkilendiğim ve “Allah razı olsun” dediğim bu yönünü Aysel Hanım şöyle anlatıyor:

Samiha Ayverdi“Arşivimizde bir kısmı kendisine gelen, bir kısmı da kendisinin yazdığı üç bin kadar mektup var. Bu mektuplara baktığımızda, bir genç okuyucudan gelmiş, bir hapishanedeki mahkûmdan gelmiş, bir hastanedeki hastadan gelmiş, bir bakandan, bir başbakandan gelmiş yani her kesimden insandan gelmiş mektuplar olduğunu görüyoruz. Sâmiha Hanım ne halde olursa olsun bütün bu mektupların hepsine de cevap vermişlerdir. Eğer veremeyecek durumdaysa birisini çağırıp cevap yazdırmıştır. İnsana çok değer verirlerdi. Derlerdi ki; ‘O mektubu gönderene hürmeten biz cevabımızı veririz.’ Mesela daha önceden hiç tanımadığı hapishanedeki bir mahkûmla bir klasör dolusu mektuplaşmış. Yine İzmir’de okumakta olan manevi kızlarından birisiyle iki klasörü dolduracak kadar mektuplaşmış. Özellikle bu mektuplarda mütedeyyin, ahlaklı bir insanın yetişmesi için ne yapılır; bunun ipuçlarını bulabiliyoruz. Bunları neşredebilirsek yirminci asrın derviş meşrepli, münevver ama mütedeyyin insanı nasıl yetişiyor; bu sorunun cevabını orada bulabileceğiz.”

Allah için şehrin bir ucundan öbür ucuna giden insan

Sâmiha Hanım’ın insana hakiki değerini verdiğini ifade eden Aysel Hanım, bu konuda bir de şu anıyı anlattı: “65 senesindeydi, Şaşkınbakkal’da yazlıktaydılar. Çok üzüntülü olduğu bir devredeydi. O devresinde Bakırköy Devlet Hastanesi’nden genç bir hastadan mektup alıyor. Diyor ki; ‘Ben sizin eserlerinizi okudum, şu noktalarda sizinle konuşmak istiyorum, size ihtiyacım var…’ O yıllarda o semtlerde vasıta bulmak mümkün değil, hele Bakırköy’e kadar gitmek son derece güç… Bu güçlüğe rağmen ve evdekilerin gitmemesi yönündeki bütün ısrarına rağmen ‘madem ki ihtiyacı var, gitmeliyim’ diyerek yola çıkıyor. Şaşkınbakkal’dan Kadıköy’e, Kadıköy’den vapurla karşıya, oradan Bakırköy’e, orada otobüsten indikleri zaman da hastaneye iki üç km yürüyerek gidiyor, hastayı buluyor, konuşuyor, derdini dinliyor ve Şaşkınbakkal’a geri dönüyor.”

Yasin Suresi 20. ayette şehrin bir ucundan koşarak gelen bir adamdan bahsedilir. Bu adam şehrin öteki ucundan sırf Allah rızası için gelmiştir. İşte Sâmiha Ayverdi Hanımefendi bu ayetin sırrına ermiş olmalıdır ki şehrin öteki ucuna Allah rızası için gitmekten imtina etmemiştir. Dinlediğimiz bu anekdot beynimizde bir şeyleri yeniden düşünmemize vesile oldu. Şimdi soruyorum, Allah için şehrin bir ucundan bir ucuna hiç gitmemiş, fedakârlık sırrını kavrayamamış ve hep kendisi için yaşamış insanlar, Sâmiha Anne’nin bu davranışından bir örnek alsalar kötü mü olur?Samiha Ayverdi

Tevfik İleri’yi teşvik ederdi

Bu örneğin, insana verilen değer konusunda çarpıcı ve destansı bir örnek olduğunu söyleyen Mehmet Nuri Bey de bu örnekten etkilendiğini ifade etti. Ayrıca Sâmiha Hanım’ın mektubu bir eğitim aracı olarak kullandığını ve her kesimden insanla mektuplaştığını vurguladı. Örneğin Menderes’in Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’yi sürekli teşvik ettiğini söyledi. Aysel Hanım gerek duyduğu her yere mektuplar gönderdiğini, örneğin Milli Eğitim Bakanı’na eğitimle ilgili düşüncelerini, İçişleri Bakanı’na Güney Doğu meselesiyle ilgili düşüncelerini yazdığını söyledi. Memleket ve millet meselelerinde zararlı olacak bir şey görüyorlarsa onun mesullerine mutlaka mektup yazdıklarını, bu konuda Cumhurbaşkanı’ndan siyasi partilerin en alt kademesindeki insana kadar yazılmış birçok mektup olduğunu söyledi.

Komünistlerin gazetesini, gözlerinin önünde yırtmış

Sâmiha Hanım’ın bir yönünün de cesareti olduğunu vurgulayan Aysel Hanım onun şu anısını nakletti: “70’li yıllara doğru komünizmin palazlandığı yılarda, o görüştekilerin Karaköy’de bir kitap satış yerleri vardı. Orada militan gençler olurdu. Bir gün tek başlarına oraya gidiyorlar, en azılı gazetelerinden birisini para verip alıyorlar, yırtıp yırtıp denize bırakıyorlar. Oradaki militanların hiçbirisi ağızlarını açıp da bir tek kelime söyleyemiyor.”

Sorumluluklarını vakti geçmeden yerine getirirdi

Sâmiha Hanım’ın, “Biz bir işimiz bittiği zaman bir başkasına başlayarak dinleniriz” dediğini nakleden Aysel Hanım, kendisinin ebu’l vakt olduğunu ve vaktini çok iyi değerlendirdiğini söyledi.  Hatta iki dakikası bile olsa onu ya bir yazı okuyarak ya da bir taziye mektubu yazarak değerlendirdiğini söyledi. Mehmet Nuri Bey ise Namık Kemal’in de yazmaktan sıkıldığı zaman okumaya, okumaktan sıkıldığı zaman da yazmaya başladığını ifade ettiğini söyledi. Aysel Hanım, herhangi bir gazeteden veya dergiden bir yazı, makale veya mülakat istendiği zaman Sâmiha Hanım’ın ya o gün ya da bir gün sonra hemen bu yazıyı yazıp teslim ettiğini, on beş gün mühlet verilen yazıyı daha ikinci günü teslim ettiğini ifade etti. Mehmet Nuri Bey ise Kubbealtı Akademi Mecmuasını çıkartırken bazen aylarca yazı beklediklerini, bazı hocaların çok ağırdan aldığını, bunun editörler için çok zor bir durum olduğunu hatırlattı.

Hanımlara kocalarına hürmeti tavsiye ederdi

Programın sonlarına doğru dinleyicilere de söz hakkı verildi. İlk olarak çok değerli büyüğümüz Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş Bey şu sözlerle katkıda bulundu: “Sâmiha Hanımefendi’yi tanıdık ve her zaman çok büyük hürmet duyduk. O yıllarda eşime ve onun gibi genç hanımlara olumlu tesirleri oldu, bir istikamet gösterdi. Ben evlendiğim zaman otuz yaşlarında, eşim de yirmili yaşların başındaydı. Tabii eşim genç olduğu için aklıma geldi ki onu Sâmiha Hanım’la tanıştırayım, ondaki parlaklığı, ondaki ışığı görsün. Sâmiha Hanımefendi eşimi ve diğer hanımları, kocalarına hürmetli olmaları konusunda çok güzel etkilerdi. Biz tabii o yıllarda evde her zaman yemek olmasını isterdik, elbiselerimizin hep ütülü olmasını isterdik. Eşimizin de bize ara sıra; ‘Bari bir hizmetçi tutsaydın’ dediği olurdu. Bu laflar evvelden vardı ama Sâmiha Hanım ile tanıştıktan sonra bu laflar ortadan kalktı. Genç hanımları sorumlu, verimli ve topluma bir şeyler katma isteğini duyar hale getirdi.”

Cahil diye bilgisize denmez

Prof. Dr. Bayram Yüksel ise şöyle bir katkıda bulundu: “Biz dinî terimleri, kendim için söylüyorum, çok eksik öğrenmiştik. Mesela ben ‘cahil’ denildiği zaman bilgisiz adam anlardım. Hâlbuki Resulullah’ın en karşı olduğu Ebu Cehil Araplar arasında çok bilgiliydi. Yani cahil demek bilgisiz demek değildir, doğruyu görmemekte ısrarcı davranan adamdır. Sâmiha Hanım’ın talebesi İlhan Ayverdi Hanım’ın hazırladığı lügati okuduğumuzda bu terimlerin manasını en güzel bir şekilde öğrendik.”

Programın sonunda Zeytinburnu Belediyesi Kültür Müdürü Mustafa Aydın Bey’in davetiyle yukarıdaki bir salonda çay sohbetine geçildi. Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş Bey, Prof. Dr. Bayram Yüksel Bey, Aysel Yüksel Hanım, Mehmet Nuri Yardım Bey, Nihat Çeçen Bey, Şerif Aydemir Bey ve ismini bilmediğim kardeşlerimiz tatlı bir çay sohbeti yaptılar. Bu sohbet esnasında da yine anılar paylaşıldı ve o güzel insanlar yâd edildi. Benim için de bu büyüklerimizle tanışmak ve onlarla sohbet etmek bir mutluluk oldu.

Aydın Başar haber verdi

Source link

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu