Salih Şeref Hoca salih ve âlim bir zat idi
İstanbul merkez vaizlerinden merhum Salih Şeref Hoca, 01.07.1911 tarihinde Balıkesir’in Gönen ilçesi Çınarlı köyünde doğmuş. Gönen’de hafızlığını tamamladıktan sonra dinî ilimleri tahsil için İstanbul’a gelmiş.
O dönemlerde Fatih Camii başimamı olan merhum Ömer Aköz ve Fatih Müftüsü Yekta Sundu gibi hoca efendilerden Arapça ve dinî ilimler derslerini tahsil etmiş. Meşhur Gönenli Mehmet Efendi’den aşere takrib dersleri okuyarak kurra hafızlık icazetini başarıyla almıştır. Merhum Salih Şeref hocamız Kur’an-ı Kerim’i tüm farklı kıraat çeşitleriyle okuyabilme bilgi ve becerisine sahip bir kişiydi.
Oğluna hocasının adını vermişti
Salih Şeref Hocanın asıl hocası ise Fatih dersiamlarından Hüsrev Hoca’dır (Hüsrev Aydınlar). Yirmi yılı aşkın bir süre Hüsrev Hoca’nın derslerini takip eden hocamız, onun birinci sıradaki talebesi olarak bilinirmiş. Bunun tezahürü olarak, Hüsrev Hoca 1953 yılında vefat ettiğinde, Salih Hoca, çok sevdiği hocasının bırakmış olduğu Fatih Camii’nin minber arkasındaki ders mahallinde 23 sene ders vermeye devam etmiştir.
Daha 3 yaşındayken babası Alemgeri (Ali Kerim) vefat etmiştir. Annesi Fatma Hanım’ın oğlunun hafız olması için çok gayret sarf ettiği, “Yarabbi, oğlumun hafızlığını görmeden canımı alma” diye çok dualar ettiği aile arasında sıkça dile getirilirmiş. Anne Fatma Hanım, oğlunun hafızlık merasiminden dönüşte yağan şiddetli yağmurlardan üşüterek hastalanmış, bu merasimden kısa bir süre sonra da vefat etmiştir.
Merhum Salih Şeref, İstanbul’da Hüsrev Hoca’dan sadece dinî ilimleri tahsil etmekle kalmamış, onu bir baba olarak görmüş ve onun vefakâr, gayretli, ihlaslı öğrenci yetiştirme özelliğini kendi hayatında da hiç aksatmadan uygulamaya çalışmıştır. Hayatı boyunca her talep edene, hiç bir karşılık beklemeksizin Arapça, tefsir, hadis, fıkıh gibi dinî ilimleri öğretmekten geri kalmamıştır. Ayrıca yetiştirdiği talebelerinin Türkiye’nin her yerinde dinî hizmetlerde bulunmak üzere görev almalarına da yardımcı olmuştur.
Salih Şeref Hocanın 4 kız, bir erkek olmak üzere 5 çocuğu olmuştur. Oğluna da baba gibi sevip saydığı hocasının adını vermiştir; Hüsrev.
Hocanın Fatih Camii’ndeki Pazar vaazlarına devam ederdik
Hüsrev Şeref ile 1990 yılının başlarında İz Yayıncılık’ın kuruluş çalışmaları yapıldığı sıralarda Cağaloğlu’nda Piyer Loti yokuşu üzerindeki Kanarya Apartmanı’nda tanışmıştım. Rahmetli Ahmet Şişman‘ın yakın arkadaşı olarak tanıdığım Hüsrev Ağabey ile o dönemde başlayan dostluk bugünlere kadar devam etti. Rahmetli Ahmet Şişman ile beraber kurduğumuz matbaa ve İz Yayıncılık için Merter’de ortaklaşa bir bina kiralamıştık. Hüsrev Ağabey de yayınevinin müdürlüğünü yaptığından, yıllarca süren güzel bir beraberliğin ilk temelleri burada atılmıştı.
Evlerimiz de yakın olduğundan işe çoğu kere beraber gider gelirdik. Yine bu yolculukların birinde ben, dinî meselelere ilgimin uyanmasında hatırı sayılı bir katkısı olan rahmetli Ahmet dayımla beraber küçükken gittiğimiz Fatih Camii’ndeki pazar vaazlarından bahsederken Salih Hoca’nın ismini de zikretmiştim.
Hüsrev Ağabey o Salih Hocanın kendi babası olduğunu söyleyince çok hayret etmiş ve o andan sonra kendisine daha bir muhabbetle bakar olmuştum. Salih Hoca’nın Pazar derslerine bir müddet dayımla gittikten sonra ben bir aralar gitmeye ara vermiştim. Bir pazar rahmetli dayım vaazdan geldiğinde “bu gün Salih Hoca vaaz verirken rahatsızlandı ve derse devam edemedi” dediğinde çok üzüldüğümü hâlâ hatırlıyorum. Hastalığı bir müddet devam etmiş, biraz düzelince tekrar gelmeye çalışmış fakat daha sonra derslerine devamı mümkün olamamıştı.
Hastalığı ve daha sonra ölümü bende derin üzüntü uyandıran Salih Hocamız ile ilgili bir yazı yazmayı murad edince, son dönemlerde Sultanahmet’te eski Özbekler Tekkesi’nin yerinde faaliyet gösteren İstanbul Tasarım Merkezi’nde hizmetlerini sürdüren oğlu Hüsrev Şeref’den detaylı bilgiler öğrenmek istedim. Hüsrev Şeref, merhum babasının hayatıyla ilgili birçok bilginin yanında vazife yaptığı yerlerle ilgili de şunları zikretti:
İsmiyle müsemma bir hoca efendi
Merhum Salih Şeref Hocamız 1940 yılından itibaren sırasıyla: Kızıltaş Camii imam-hatipliği (01.01.1940 tayin tarihi), Molla Hüsrev Camii imam-hatipliği, Yarhisar Camii imam-hatipliği, Silivri Vaizliği (31.08.1950 tayin tarihi), Sarıyer Vaizliği (29.09.1952 tayin tarihi), Fatih Vaizliği (17.01.1954 tayin tarihi), İstanbul Merkez Vaizliği (12.07.1967 tayin tarihi) görevlerinde bulunmuş.
Salih Şeref, İstanbul Çarşamba semtindeki İsmail Ağa Camii, İzmir Kestane pazarı Kur’an Kursu ve diğer bazı kurslarda da Arapça dersleri vermiştir.
Salih Hocamız, İstanbul Vefa semtinde açılan ve Celalettin Ökten’in müdürlüğünü yaptığı ilk imam-hatip okulunda, hocası Hüsrev Hocayla birlikte iki yıl süreyle Arap Edebiyatı öğretmenliği yapmış, bir süre de İstanbul Müftülüğüne vekâlet etmiştir.
Yeni İstiklal ve Doğruyol gazetelerinde bazı yazıları yayınlanan Salih Şeref Hoca, Gazali’nin “El Munkizu Mined-Dalal” isimli eserini de Arapça’dan Türkçeye çevirmiştir.
01.11.1977 tarihinde emekliye ayrılan Hocamız, 01.06.1982 tarihinde vefat edinceye kadar Yarhisar (Kadıçeşme) Camii’nde fahri olarak imam-hatipliğe ve derslerine devam etmiştir.
Kendisini tanıyanların tamamının hemfikir olarak ‘ismiyle müsemma bir hocaefendi’ diye nitelediği Salih Şeref Hoca efendinin Fatih Camii’ndeki cenaze namazına binlerce seveni iştirak etmiştir. Edirnekapı’daki Necatibey Mezarlığında 1982/244 no’lu yerde medfun olduğunu yine oğlu Hüsrev Şeref’den öğreniyoruz.
En yakın arkadaşı merhum Mahmut Bayram Hoca efendiydi
Hüsrev Şeref’e babası merhum Salih Şeref ile ilgili hatırında kalan bazı olayları bizimle paylaşır mısın diye sorduğumda ise şunları zikretti:
“Babam Fatih Camii’nde Pazar günleri öğlen ve ikindi namazlarından sonra, Perşembe günleri de sadece ikindi namazından sonra vaaz verirdi. (‘Kürsü vaizliği’ de denen bu vaazlarda belli kitaplar takip edilirdi. Arapça metinleri cemaatten de takip edenler olurdu.)
Benim devam ettiğim Hadis derslerinde Sahih-i Buhari ve Mişkat-ül Mesabih kitapları, Tefsir derslerinde ise Celaleyn tefsiri okunuyordu. Babam evde devamlı bu dersleri mütalaa ederdi. Tefsir derslerindeki ayetleri açıklayan hadisleri araştırır, hadis derslerinde de ilgili ayetleri, fıkhî meseleleri not ederdi. Yani mesele sadece kitapların Arapçasını okuyup Türkçesini açıklamak değildi. Her bir dersi öncesinde ciddi bir hazırlık yapardı.
En yakın arkadaşı merhum Mahmut Bayram Hoca efendiydi. Gençlik yıllarından vefat ettiği zamana kadar hep beraberdiler. İstanbul’da Hüsrev Hocadan beraber ders almışlar, ilk imam-hatip okulunda beraber öğretmenlik yapmışlardı. Hatta yaşlılık dönemlerinde Süleymaniye taraflarında açılan Tuba Kız Kur’an Kursu’na ders vermeye de beraber giderlerdi. ‘Bu kızlar anne ve /veya Hoca olacaklar ve yeni nesilleri yetiştirecekler’ diyerek yağmur çamur demezler, yürüyerek kursa giderlerdi.
Mahmut Bayram Hoca, Fatih Horhor’da Kızıl Minare Camii’nde imamdı. Babam da Yarhisar (Kadıçeşme) Camii’nin imamıydı. Fatih Camii’ne yakın, Gelenbevi Ortaokulu’nun arka taraflarındaki cami meşrutasında otururduk.
Her Cuma sabahı Mahmut Bayram Hoca bize gelir, hem kapıyı tıklar, hem de yüksek sesle ‘Hafız Salih Ağabey’ diye seslenirdi. O sesler hâlâ kulağımdadır.
Mahmut Bayram Hoca’nın Cuma sabahları bizim eve gelişinin sebebi sırf o gün Cuma hutbesinde işleyecekleri konuyu müzakere etmek içindi. Her ikisi de yıllarca imamlık, hatiplik, vaizlik yapmışlardı ve İstanbul’un sayılı hocalarındandılar. Hutbeye çıktıklarında hiçbir hazırlığa gerek duymadan hutbelerini rahatlıkla irad edecek kapasitedeydiler. Ama buna rağmen cemaate ve haliyle kendilerine saygıdan dolayı o hafta en uygun konuları tespit edip kısa hutbe sırasında en anlaşılır ve doğru bilgiyi vermek niyetiyle hazırlık yaparlardı. Cemaate yararlı olacak bilgi ve yorumları onların en iyi anlayabileceği şekilde nakledebilmek için de haftanın konusunu önceden karşılıklı müzakere ederlerdi.
Yarhisar Camii’nde babam onlarca talebeye Arapça, hadis ve sair dersler verirdi. Bir kısmı da (10-15 kadarı) meşruta altındaki odalarda kalırlardı. Annem de onlara biz ne yersek aynısından gönderirdi. Babam, yetiştirdiği bu talebelerin görev alması için de tavassut ederdi. O zamanki talebelerinin daha sonraları kimi müftü kimi de imam oldu.
Geriye dönüp bakıyorum da bu bahsettiğim dönemler yıl olarak 1958-1965 arasına isabet eden yıllardı. Hiçbir karşılık beklemeden kim ilim talep ederse onlara ders vermeyi aslî görevleri olarak benimsemişlerdi. Hem ders verir, hem de kendi vaazları için çalışırlardı.”
“Çocuk eğitirken illa her şeyi anlatmak gerekmiyor, bazı şeyleri göstermek lazım ki bunlar ömür boyu unutulmasın”
Hüsrev ağabey babası merhum Salih Hoca ile ilgili hatırladıklarını nakletmeye devam ediyor:
“Babamın o zamanlar anlattığına göre Fatih Camii’ndeki cemaatinin bir kısmı Hüsev Hoca’nın da cemaatindenmiş. Yani cemaat birbirlerini tanıyor, okul gibi yıllarca devam ediyorlar. Yaz aylarında işte bu cemaat bazı pazar günlerinde anlaşırlar ve ‘dersi İstanbul’un bilinen subaşlarında yapalım’ derlerdi.
Benim de katıldıklarımdan hatırladığım, Beykoz’da Karakulak suyu, Çamlıca arkalarında Hasippaşa suyu, Bakırköy taraflarında da bir çiftlik… Pazar derslerinin bazıları buralarda yapılırdı. Hüsrev Hocanın da talebelerinden ve Üçbaş Medresesi’nde onun kaldığı odada kalmaya devam eden Abdullah Naim Hoca kazanda yemek pişirir ve çimenler üzerinde kılınan namaz sonrası yemekler yenirdi. Yani sıcak yaz günü hem piknik yapılmış oluyor, hem de haftanın dersi işleniyordu. Cemaat yıllardır birbirini tanıdığından küçük küçük latifeler ve birbirlerine takılmalar da oluyordu.”
Söz bu noktaya geldiğinde Hüsrev Ağabey bir aralık derin derin içini çekiyor ve adeta olayları tekrardan yaşıyormuş gibi bir halet-i ruhiye içinde anlatmaya devam ediyor:
“Babam iri yarı cüsseli, sert bakışlı ama yufka yürekli bir zattı. Herkesin saygısına mazhar olmuştu. Fatih Camii’ndeki derslerinden sonra imam odasına oturur, talep eden cemaatin fıkhî sorularını cevaplardı. Tereddüt ettiği bir konu olursa hemen cevaplamaz, ‘haftaya bunu cevaplayayım’ derdi.
Beni İmam-Hatip Okuluna yazdırmıştı. İki yaz tatilinde ondan gördüğüm Arapça dersi bana fakülte sonuna kadar yetti desem abartmış sayılmam. Rahmetli babamla yapmış olduğum bu dersler bizde çok sağlam bir altyapı oluşturmuştu. Ders vermenin yanında davranışları itibariyle de rahmetli babam çok değerli bir insandı.
Beraber ders yaparken bir kelimeye bakmak icap ettiğinde; ‘şu lügati getir’ demez, kalkar kendi alır gelirdi. Tayyar Altıkulaç, Bekir Toplaoğlu gibi bana hocalık yapmış kişilerin hocası olan babam, o yaşlı haliyle kalkıp kendisi kitaplığın bir ucundan kitabı alıp getiriyordu.
Bugünden geriye baktığımızda insan şöyle düşünüyor; demek ki çocuk eğitirken illa her şeyi anlatmak gerekmiyor, bazı şeyleri göstermek lazım ki bunlar ömür boyu unutulmasın.
Ben küçükken yaramaz ve haşarı bir çocuktum. Dört kız ve ben tek erkek olarak 5 kardeştik. O yıllarda çocukluğun verdiği yaramazlıkla kardeşlerimi bazen kızdırır, hatta ağlatırdım. Ders yapan babamı da bu gürültüler haliyle rahatsız ederdi.
Bir kere hiç unutmam, 7 yaşlarımdaydım, kardeşlerimden biri acı şekilde yüksek sesle bağırdı ve içerden babam hışımla çıkarak ‘nedir senden çektiğimiz yahu’ diye bana bir tokat attı. Olacağı o ya, tesadüfen o günkü bağırışın nedeni ben değildim. ‘Ben vurmadım’ dedim, kardeşimden de bunu doğrulayınca haksız yere attığı tokadın kefareti olsun diye bana bu günün parasıyla 100 TL civarı gibi bir para vermişti. Bugün bile bunu her hatırladığımda ağlarım. Beş çocuk, tek bir memur maaşı ve oğluna hatalı bir tokadın bedeli olarak maaşının bilmem kaçı kadarını düşünmeden vermek. Rahmetli babam o gün için hakikaten zor ama çok önemli bir şey yapmıştı.
Mehmed Zahid Kotku Hoca efendi, Salih Şeref Hoca için ne demişti?
İskenderpaşa’da rahmetli Mehmed Zahid Kotku Hoca Efendi vardı. Halen hayatta olan tek teyzem Naime Bayraktar uzun yıllar onun hizmetinde bulunmuştu. Teyzem diyor ki, babam bir keresinde bayramlaşmak için Mehmet efendiyi ziyaretinden ayrıldığında Hocaefendi kendisine (teyzeme) şöyle demiş: ‘İstanbul’da çok hoca efendi var ama senin enişten bir başka. Salih ve âlim…’ Bugün 96 yaşında olan teyzem her ziyaretimde bana bu anekdotu anlatır ben de babacığımı bu vesile ile Rahmetle anarım.
İstanbul İmam-Hatip Okulu’ndayken bir gün Diyanet İşleri başkan yardımcısı Yaşar Tunagür okulumuza gelmişti. Babam da o gün -hangi münasebetle bilmiyorum- okuldaydı. Babamı görünce sarılıp elini öpmek istedi. Benim için çok dikkat çekici bir olaydı. Kendisi Diyanet İşleri başkan yardımcısı, babam ise o gün için sade bir vaiz. Üstelik o da Hüsrev Hocadan ders almış muhterem bir zat. Şöyle düşünmüştüm; demek ki, Hüsrev Hocanın vefatından sonra onun kürsüsünde ders vermeye devam etmek bu derece ihtiramı gerektiren bir husus. Babama o günden sonra daha bir saygılı olmaya başlamıştım.”
Merhum Salih Şeref Hoca bir dönemin iz bırakan şahsiyetlerindendi. Hayatı boyunca ilim için çabaladı, öğrendi ve insanlara öğretti. Son nefesine kadar bu uğurda gayret etti. Güzel evlatlar yetiştirdi, talebeleri onun hizmetlerini daha sonraki nesillere yaymak için dört bir yana dağıldılar. Onların her güzel hizmetinden hasıl olan sevaplar inşallah Salih Hocamızın da amel defterine artı olarak yazılacaktır.
Allah bu tarz güzide şahsiyetlerin hayatlarından örnek almayı bizlere ve sonraki nesillere nasip etsin.
Ahirete göçenlere Rahmet eylesin. Amin…
Erhan Erken yazdı
Fotoğraflar: Hüsrev Şeref