Kültür - Sanat

Rasim Özdenören gençlere ne tavsiye etmiş?

Okuyucularla kitabı çıkmadan önce Cahit Zarifoğlu’nun Mavera’da hazırladığı “Okuyucularla” bölümüyle ilgili epey bir şeyler duymuş ve okumuştuk. Zaten bu bölüm dolayısıyla “Cahit abi” diye bir imge doğmuştur denilebilir. Fakat aynı işi henüz yirmi beş yaşındayken, üstelik Mehmet Şevket Eygi’nin çıkardığı haftalık bir gazete olan Yeni İstiklâl’de Rasim Özdenören’in yaptığını bilmiyordum. Bunu ilk defa Açık Mektuplar (İz y., 2014) yayımlanınca öğrendim. Rasim Özdenören 1965’te Yeni İstiklâl gazetesinde (O sıralar Yeni İstiklâl’de Sezai Karakoç, Nuri Pakdil ve Cahit Zarifoğlu da yazarmış. Üstelik Zarifoğlu’nun İşaret Çocukları’na giren birçok şiiri ilk defa aynı gazetenin kültür sanat sayfasında çıkmış.) okuyuculardan gelen ürünleri kısa kısa değerlendirirmiş. Ümit vadeden ürünleri yayımladıkları da olurmuş.

Tabii Rasim Özdenören buna uzun süre devam etmemiş. Uzun süre derken Zarifoğlu’nun Mavera’da devam ettirdiği kadar devam ettirmemiş demek istiyoruz. Yoksa -hemen bakıyorum- Özdenören de üç ay kadar yazmış, hem de yaklaşık her hafta. Ondan da böyle ince ama tatlı bir eser meydana gelmiş. Açık Mektuplar’ı M. Fatih Kutan yayıma hazırlamış. Kitabın başına da Rasim Özdenören’le yaptığı bir söyleşiyi eklemiş. Söyleşi Açık Mektuplar’la ilgili. Söyleşide ilginç sorular ve Rasim Özdenören’den başka kimseden duyamayacağımız bilgiler var. Söyleşi, kitaptaki şiir ve hikaye değerlendirmeleri kadar ilginç. Keşke M. Fatih Kutan söyleşiyi biraz uzun tutsaydı. Sağlık olsun.

Müslümanlar ideolojiyle sanatı, yani öz’le biçimi birbirine karıştırdılar

Okuyucularla kitabı ile Açık Mektuplar’ın karşılaştırılmasından çok ilginç noktalara ulaşabiliriz. Özellikle iki kitabın ortak noktalarından yola çıkarak. Burada kastettiğimiz şey Zarifoğlu’yla Özdenören’in ürün değerlendirirkenki ölçüleri değil. Yani Zarifoğlu’yla Özdenören kıyaslaması yapacak değiliz. Bizim kastettiğimiz şey; cevaplardan yola çıkarak, Mavera’yı ve Yeni İstiklâl gazetesini okuyan, onlara ürün gönderen okuyucu kitlesiyle ilgili. Bu kitle genç ve henüz çocuk yaşta diyebileceğimiz Müslümanlardan oluşur. Ürünler genellikle taşradaki şehirlerden gönderilir. Ve 1965’lerin genç Müslümanlarının sanat ve edebiyata dair yaklaşımlarını sergiler. Bunları yakalayabilirsek, 1965’lerdeki Müslümanların sanat söz konusu olunca taşıdıkları kaygıları ve bunlara dönük yaklaşımlarıyla şimdikiler arasında bir kıyaslama imkanına ulaşabiliriz. Böylelikle 2014’ün genç Müslümanlarını anlama yönünde bir çaba sarf etmiş oluruz.

Özdenören, Açık Mektuplar’daki söyleşide Yeni İstiklâl’le Mavera okuyucuları arasındaki farktan söz etmiş. Böyle bir fark muhakkak var. Çünkü sonuçta birisi haftalık çıkan bir gazete, diğeri aylık çıkan bir edebiyat ve düşünce dergisi. İkisinin kaygıları ve telaşları farklı. Gazetenin neredeyse üstün edebiyat ve sanatla bir alakası yok. Diğerinin çıkış amacı ise bizzat budur. Fakat dikkat edildiği zaman Zarifoğlu’yla Özdenören’in gelen ürünlere yaptıkları değerlendirmelerde ortak yön çoktur. O zaman kaliteli dergi okuyucusuyla, sıradan gazete okuyucusu arasındaki ortak yönler, o günlerin toplumunda uğraşılan, herkesin bir şekilde ucundan kıyısından bulaşmak zorunda olduğu sorunlardır diyebiliriz. Böyle olunca iş daha ilginç bir hale geliyor. Ve üzerinde daha çok durulması gereken bir öneme kavuşuyor.

Lafı uzattık, ortak yönlere gelelim. Birincisi; Zarifoğlu ve Özdenören sürekli Müslümanların ideolojiyle sanatı, yani öz’le biçimi birbirine karıştırdıklarını, daha doğrusu öz’ün öne çıkarılıp, muhatabın gözüne gözüne sokuldukça, bunun edebiyat ürünü olacağı yanılgısına düştüklerini söylerler. Demek ki o dönemin genç Müslümanları, Müslümanlıklarını göstermek, şiirle, hikayeyle anlatmak isterler. Daha doğrusu buna dönük bir ihtiyaç içindedirler. Bunu belki birilerine karşı bir tepki olarak yapmaktadırlar. Fakat edebiyat söz konusu olduğunda öncelikleri bu yönde olur. Ve edebiyatı öğrenmeden ideolojik kavgalar içine girmek hevesindedirler. Bunun Müslüman edebiyatçının eserine, kendisiyle birlikte düşüncelerinin de girmesi anlamına gelmediğini belirtelim. İlk önce ortada henüz bir edebiyat eseri yoktur. Fakat ideoloji vardır. Ve onların dile getirilmesi edebiyat diye anlaşılmaktadır. Edebiyat diye anlaşıldığı için ortada hem edebiyat yoktur, hem de ideoloji çıplak, savunmasız ve gösterişsiz kaldığı için, onun dile getirilmesiyle hedefine ulaşamamıştır. Zarifoğlu’yla Özdenören inancın sanatla ifadesine karşı değillerdir. Fakat bunu gerçekleştirmenin çok zor olduğunun da bilincindedirler. Gençlere ilk önce, “yapmaya çalıştığınız şey başarısız olmuş” derler. Bunun sebebini de onların edebiyat ve şiir bilgilerinin eksik olmasında bulurlar. Bu yüzden çoğu gence “bol bol okuyun” tavsiyesinde bulunurlar ki onlar da şiir, hikaye, deneme nedir öğrenip, icraatlarını ondan sonra yapsınlar ve sanatı ideolojik zeminde değil, kendi zemini üzerinde gerçekleştirsinler.

Komünist olmakla serbest şiir yazmak arasındaki bağlantı

İkinci ortak nokta; şiiri hece ölçüsüyle mi, aruzla mı, yoksa serbest ölçüyle mi yazmak gerektiği sorusudur. Bu da şunu gösterir: Müslümanlar 1965’lerde yoğun bir şekilde Mehmet Akif ve Necip Fazıl şiiri etkisindedirler. Aynen onların şiirleri gibi şiir yazmaya çalışmaktadırlar. Zarifoğlu ve Özdenören bu konuda gayet rahattırlar. Her ne kadar hece ve aruz ölçüleriyle şiir yazmanın 1965’lerde zor olduğunu bilmelerine rağmen. “Evet bu ölçülerle de şiir yazılır, fakat zordur, çok dikkat edilmelidir” diye gençleri uyarırlar. Hatta “serbest şiir yazmaya da çalışın” diye tavsiyede bulunurlar. Bu tavsiyenin asıl amacı gençler üzerindeki Necip Fazıl ve Mehmet Akif etkisinin kırılmasına dönüktür. Çünkü gerçek şair etki taşır ama bu etkiyi bir yerden sonra üzerinden atar ve kendi sesini, üslubunu ve konularını bulmaya başlar. Ama Zarifoğlu’yla Özdenören’in konuyla ilgili fikirleri, o dönemin temayüllerinden çok ileridedir, maalesef layıkıyla anlaşılmaz. Hatta Mehmet Şevket Eygi’ye “bunlar komünist” diye şikayet edilirler. Komünist olmakla serbest şiir yazmak arasında nasıl bir bağlantı kurulmuşsa?! Bu da sanırım Müslümanların Nazım Hikmet’in şiirine değil (çünkü şiirini okuduklarına dair bir ize rastlanmıyor), ideolojisine duydukları tepkiden kaynaklanır. O yüzden Zarifoğlu ve Özdenören sık sık Sezai Karakoç şiirinin çok okunması ve iyi anlaşılması gerektiğini tekrar ederler.

Edebiyat ve yazarlık çalakalem çalışmalarla yürütülemez

Zarifoğlu ve Özdenören’in gelen ürünlere verdikleri cevaplarda “ciddiyet” meselesi de dikkat çeker. Yani gençlerin şiir, hikaye ve deneme yazmayı ciddiye almaları gerektiğini vurgularlar. Edebiyat ve yazarlık çocuk oyuncağı değildir. Çalakalem çalışmalarla yürütülemez. Ayrı bir mesai ve çalışma gerektirir. Bunun için de çok okumalı, değişik kaynaklardan beslenmeli, işini en iyi şekilde yapmaya çalışmalılardır. O şekilde ancak iyi bir şiir, hikaye ve deneme yazılabilir. İyi bir şiirden kastımız okuyucuyu her yönden (düşünce, duygu, inanç, estetik) doyuracak, ikna edecek, yükseltecek şiirler. Böyle olursa hem şimdilerde okunacak şiirler ortaya çıkartılır, hem de gelecekte okunacak. Kalıcı olmanın yolu yaptığın işin çilesini çekmekte gizli. Bu çileyi de aynı şekilde Zarifoğlu ve Özdenören sık sık işaret ederler.

Sanat kendi dönemini geleceğe taşıyarak kalıcı olabilir

Dördüncü ortak noktaya gelelim: Sanat ve düşünce çilesinin bir de yaşanmakta olan çağla ilgisi vardır. Zarifoğlu ve Özdenören’in çağın gereklerine, ihtiyaçlarına ve şartlarına dikkat çekmeleri de ayrı bir öneme sahip. Yani Mehmet Akif ve Necip Fazıl kendi yaşadıkları dönemin kelimeleriyle şiir yazmışlardır. Ayrıca onlar nefes alıp verdikleri yılların sıkıntılarıyla boğuşmuşlardır. Aynı şekilde genç şairler de kendi dönemlerine dikkat etmeliler. Yaşadıkları dönemin kelime ve konularıyla şiirlerini oluşturmalılar. Yoksa çağın gerisinde kalırlar. Sadece bu olsa iyi, bir de geleceğe kalmazlar. Çünkü sanat kendi dönemini geleceğe taşıyarak kalıcı olabilir. Gençler şiir yazarken buna fazlasıyla özen göstermeliler ki hem şimdiyi hem de geleceği ellerinden kaçırmasınlar. Yoksa hece veya aruz ölçüleriyle de şiir yazılır. Bunda bir sakınca yok, ancak kelime, dil, üslup ve konular, şairin yaşadığı döneme ait olmak şartıyla.

Okuyucularla ve Açık Mektuplar’ın gözden kaçırdığımız başka ortak unsurları olabilir. Bizim ilk dikkatimizi çekenler bunlar oldu. Bunlar üzerinden 1965’lerden 1980’lere varıncaya kadar genç Müslümanların sanat ve edebiyat denilince kafalarında gezdirdikleri sıkıntıları yakalamaya çalıştık. Peki günümüzde durum nedir? Köprünün altından çok su akmıştır fakat “küçük bir azınlık” dışında aynı meselelerle halen uğraşmakta olduğumuzu söyleyebiliriz. Halen en büyük şairin dört yüzyıl önce yaşamış bir şair olduğunu söyleyip, ondan sonra büyük bir şairin gelmediğini söyleyenler ve buna gerçekten inananlar var. Umarım “Yedi Güzel Adam” dizisinden sonra, gençlerimiz Sezai Karakoç, İsmet Özel, Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Hakan Arslanbenzer, Süleyman Çobanoğlu, İbrahim Tenekeci şiirleriyle de uğraşırlar. Ve böylelikle “küçük azınlık” büyük çoğunluğa dönüşür.

Ömer Yalçınova yazdı.

Source link

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu