Oyun İçinde Oyun: İran yapımı ‘Deli Yüz’ filmi
Film, Kore sinemasını tanımama sebep olan “Old Boy – İhtiyar Delikanlı” filmine benzer şekilde başlıyor. Bunu, ancak film bittiğinde idrâk edebildim. Seyretmek isteyecek kişilere kötülük etmemek için filmin sonunu söylemeyeyim.
2015 senesi, İran yapımı “Deli Yüz” (Rokhe Divâneh – Crazy Castle) isimli filmden bahsediyorum. Seyrettiğim en zeki, heyecanlı filmlerden biri olduğunu söylersem, mübalağa yapmış olmam. Abolhassan Davoodi’nin yönetmenliğini yaptığı film Piruz’un seyirciye bir hikâye anlatmasıyla başlıyor. Satranç oyununun final hamlelerinden birinden söz ediyor ve kalenin öneminden bahsediyor. İzleyici olarak biraz daha meraklanıyoruz. Çünkü bugüne kadar satrançla ilgili doğrudan veya dolaylı olarak yapılmış epeyce film seyrettim ve itiraf etmeliyim ki, çoğunlukla hayal kırıklığı oldu. Fakat “Deli Yüz” filminin izleyici yorumlarını okumuş olduğum için beklenti seviyem epeyce yüksek… Bu nedenle seyretmeye başlamadan önceki heyecanımı mazur görüyorum.
Günümüz İran’ından 6 karakter
Sevmediğim meşhur gazetecilerden birinin deyimiyle “sosyal medya denilen bataklık”ta tanışan 6 İranlı (üçü kadın, üçü erkek) bir iddia üzerine, kimseye zararı olmayacak gibi görünen bir oyun oynamaya karar verirler. Oyun başladıktan kısa süre sonra her karakteri ve öyküsünü ayrı ayrı öğrenmeye başlıyoruz. Kişileri tanımayla beraber, günümüz İran toplumu üzerine detaylı bilgi sahibi de oluyoruz. Toplum üzerine bilgi sahibi oldukça da kendimizi filme ve kedi-fare oyununa daha fazla kaptırıyoruz. Kısacası çok zekice yazılmış olan senaryo ve müthiş oyunculuk performansları bizi öyle bir sarmala sokuyor ki bu altı karakterden birinin yerine kendimizi koyarak olayların gelişmesini takip ediyoruz.
Piruz, annesiyle birlikte yaşayan bir internet ve bilgisayar tutkunu genç. Zaten bize hikâyeyi anlatmaya başlayan da o. Sıkıntısı, bir an evvel oturdukları evden çıkıp başka bir eve taşınma mecburiyeti. Bu esnada Mesut ile tanışıyoruz.
Mesut, üvey annesi yüzünden babasının tamirhanesinde kalan, yine bilgisayar ve internet tutkunu bir başka genç. Para kazanmak ve daha iyi bir evde yaşamak hırsıyla yaşıyor. Piruz ile diğer kişileri tanıştırıyor.
Mandana Riahi, zengin bir ailenin kızı. Babası ve annesi ölmüş veya biz öyle biliyoruz. Kedi-fare oyununun başlamasına sebep olan kişi Mandana… Mesut ile minicik bir iddialaşma yüzünden oyun, sonradan giderek tehlikeli bir hal alacaktır.
Mandana’nın arkadaşı olan Gazel Müştak ile iki ay önce evlendiği kocası Kaveh Necmi, ekibin tamamlayıcıları… Gazel, ABD’de doğmuş ve bir yaşındayken babası onu İran’a getirmiştir. Babasını sevmeyen Gazel, kocası Necmi ile birlikte bir an önce Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmenin hesabını yapmaktadır. Kaveh Necmi ise, babası vefat ettikten sonra (film boyunca görmediğimiz) ağabeyinden müthiş bir kazık yemiştir. Sahte evrak düzenleyen ağabey, küçük kardeşi Kaveh’i mirastan mahrum bırakmıştır. Bu yüzden de Kaveh, ağabeyinden intikam almak istemektedir. Zaten filmin başlangıcında çok eğlendirici biçimde bunu da bir ölçüde gerçekleştirir ancak filmin sonlarına doğru bu intikamın sonucu farklı olarak çıkar.
Ve Şükûfe… Ekibin en silik karakteri. Elindeki cep telefonunda sürekli oyun oynayıp rekor kırmak ve Mandana’ya karşı hayatta üstünlük elde etmek gibi tuhaf bir takıntısı vardır.
Sanat eserleri toplumun aynası
Başlayan eşek şakasıyla beraber kişileri de daha iyi tanıyor ve dakikalar ilerledikçe İran’ın günlük hayatının nasıl olduğu hususunda bir nebze dahi olsa fikir sahibi oluyoruz. Daha önce de defalarca yazdığım gibi, dünya üzerinde yaşayan milletleri, toplumları tanıyabilmek için onların ürettiği sanat eserlerine bakmak lazımdır. Sadece edebiyat ve sinema değil, resim, heykel, mimarî, müzik vs gibi her çeşit sanat eseri, içinden çıkan sanatçının ve dolayısıyla da toplumun aynasıdır.
Mesela, İran deyince dünyanın büyük bölümündeki insanların hafızasında şöyle bir fotoğraf canlanır: Yüzleri bile görünmeyen siyah çarşaflı kadınlar, ellerindeki zincirlerle sırtlarını kan revan içinde bırakan insanlar, sakallı adamların kalaşnikof taşırken bağırmaları ve sarıklı cübbeli mollalar… Fotoğrafın çekildiği coğrafyanın isminde de “İslam Cumhuriyeti” olunca, güya, bir milyardan fazla nüfusa sahip olan Müslümanları bu görüntüler temsil etmektedir. Halbuki bu fotoğraflar da Pakistan veya Türkiye’nin ücra bir köşesinde çekilmiş başka fotoğraflar da koca bir toplumu temsil etmekten uzaktır. Ama günümüzde hakikatin ne olduğu değil, dışarıya nasıl yansıtıldığı önemlidir.
“Deli Yüz” filmindeki olayların geçtiği Tahran şehri yeşillikler içinde bir beldeymiş. Filmin harici mekânlarındaki bütün planlarında muhakkak ya ağaçlar veya başka bir yeşillik görünüyor. İstanbul veya Ankara gibi beton yığını bir şehir değilmiş. Bunu görüyoruz. Ya insanlar? Hani biraz önce yazdığım gibi, uzaktan bakınca sanki bütün İranlılar sadece camilerde yaşıyor, bütün kadınlar evlerde veya tamamı çarşaflı… Hâlbuki filmin başrol kadın karakteri Mandana uyuşturucu müptelası genç bir kadın. Filmdeki bütün kadınlar eşarplarını zoraki olduğu her halinden belli şekilde alelade takmışlar. Zaten Türkiye’ye gelen İranlı turistleri yarı üryan halde sokaklarda gezerken görünce, meselenin ne olduğu tam olarak anlaşılacaktır.
Zengin İranlılar ile fakirler arasındaki fark da hemen her İran filminde net olarak görülüyor. Aynı sözü tekrar etmenin lüzumu yok ama son olarak şunu söyleyeyim: İranlı ve Güney Koreli sinemacılar, bütün dünyadaki meslektaşlarına ders niteliğinde filmler çekiyorlar. Fırsatınız olduğunda arada bir İran ve Güney Kore filmlerini de seyrederseniz, biraz nefes alırsınız.
İslam Gemici