Kültür - Sanat

BALIK KAVAĞA ÇIKTIĞI ZAMAN

Öykü • BALIK KAVAĞA ÇIKTIĞI ZAMAN

BALIK KAVAĞA ÇIKTIĞI ZAMAN

Eşref Amca Üsküdar’dan Eminönü’ye kalkan dolmuş motorlarının yanındaki rıhtımda mekân tutmuş balıkçıların yanından geçiyordu. Sahtekâr balıkçılar kulak tırmalayan bir çığırtkanlıkla liparileri, taze Şile palamudu diye reklam edip halka satmaya çalışıyordu.

Oysa sattıkları balıklar palamut falan değil, Norveç’ten ithal edilerek dondurulmuş lipari balıkları, yani azman uskumrulardı. Onları palamut ve hatta taze Şile palamudu etiketiyle sergilemekteydiler. Bu da yetmezmiş gibi taze görünsün diye üzerlerini suyla ıslatıp solungaçlarını da ustaca boyamışlardı.

Eşref amca, tüm eski Üsküdarlılar gibi sadece balıkları tanımakla kalmaz, bunların büyüklüklerine göre aldıkları isimleri de iyi bilirdi. Balıkçıların bu sahtekârlığını görence dayanamadı ve onları uyarmak istedi:

— Evladım, bu yaptığınız doğru değil. Niçin liparileri palamut diye satıyorsunuz?

Fakat arsız balıkçı, gayet umursamaz bir tavırla:

— Sen keyfine bak efendibaba! Halk bunu palamut diye biliyor, palamut diye alıyor; sen canını sıkma, dedi.

Bir süre sonra Üsküdar’ın Karacaoğlan Sokağı’nda, başka bir balık satıcısının orkinos yavrusunu torik diye satmaya çalıştığını gördü.

Balıkçıya:

— Evladım, bunlar orkinos yavrusu… “Torik değil ki!” dedi. Balıkçı ise gayet kaba ve küstah bir tavırla:

— Aman be bey baba! Niçin bu kadar dert ediyorsun? Millet bunu böyle yutuyor. Tasası sana mı düştü? diye tersledi.

Eşref amca, bir an Üsküdar’ın eski balık satıcılarının nezaket ve zarafetini hatırladı. Sonra da şimdiki hâllerine hüzünle bakıp, “Hey gidi günler!” diye bir iç geçirdi.

Onun ardından yaşlı bir teyze balık almak için balıkçının yanına geldi. Oğlum, torik balığı almak istiyorum, kaç lira? diye sordu.

Balıkçı:

— On lira, diye cevap verdi.

Yaşlı Kadın:

— Oğlum bu çok pahalı, yarısı olsa olmaz mı? dedi.

Balıkçı kaba bir tavırla:

— Teyze o senin dediğin fiyata, ancak balık kavağa çıktığı zaman satarız deyiverdi.

İstanbul’un Karadeniz’e açılan noktasının Anadolu yakasındaki kısmına Anadolu Kavağı, Rumeli Yakası’ndakine ise Rumeli Kavağı denir. Eskiden Kavaklar çok rüzgârlı ve akıntılı olduğu için burada balık avlamak imkânsız gibiymiş. Hatta bu bölgede balık da durmaz ve tutulup karaya çıkarılamazmış. İstanbul’da tutulan balıkların satılması, Yemiş İskelesi ve Balık Pazarı’ndan başlayan ve bu merkezden genişleyerek semt semt büyüyen pazarlarda yapılırmış.

Balığın çok fazla tutulduğu günlerde ise, Tophane’den Rumeli Kavağı’na, Üsküdar’dan ise Anadolu Kavağı’na kadar her yere çeşitli vasıtalarla götürülüp satılırmış. Rumeli ve Anadolu Kavağı’na kadar balık satıcılarının gitmesi ancak balığın çok bol olduğu zamanlarda görülürmüş.

Bu yüzden bu deyim dilimizde yapılamayacak vaatleri anlatmak için veya bir işin hiçbir zaman olmayacağını belirtmek için kullanılır.

Kaynak

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu