Neden Maraş’tan bu kadar çok şair çıktı?
Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Alaeddin Özdenören ve Erdem Bayazıt’ın Maraşlılığı Necip Fazıl’ınki gibi değil. Onlar Maraş’ta doğmuş ve büyümüşler. Nuri Pakdil ve Rasim Özdenören’le Maraş’ta tanışma fırsatım oldu. Onların Maraş’taki ruh halleri eminim Ankara veya İstanbul’dakinden farklıdır. Özellikle Nuri Pakdil’in Kapalı Çarşı’yı adımlarken, kafasında canlanan anılarla birlikte ne kadar duygulandığını, Maraş’a karşı nasıl bir muhabbetle dolu olduğunu görmüştüm. Normalde çok konuşmayan, gerekmedikçe ağzını açmayan Nuri Pakdil’in dili Maraş’ta çözülür. Ve kendisi Maraş’la ilgili o kadar enteresan olaylar anlatır ki şaşırıp kalırsınız. Aynı şey Rasim Özdenören için de geçerli. O da Maraş’ta birdenbire delikanlılık günlerine döner. Bize 1960’lardaki Maraş’tan söz eder. O zaman anlarız ki Nuri Pakdil ve Rasim Özdenören aslında Maraş’ın nefes alıp vermekte olan birer tarihidir.
Necip Fazıl’ın Maraşlılığı bir övünç kaynağı; peki ya diğerlerininki?
Şimdi bunları neden anlattık? Şu yüzden: Necip Fazıl’ın bütün eserlerine bakın, onlarda buram buram tüten bir İstanbul vardır. Üstad “Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; /
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar” mısralarını boşuna kurmadı. Hatta üstadın İstanbul aşkı, “İstanbul şairi” diye tanınan Yahya Kemal’inkinden daha canlıdır. Öyle olunca üstadın bütün eserlerinde İstanbul’un rengi, kokusu, insanı, olayları ve tarihi görülebilir. Fakat Zarifoğlu’nun şiirlerine, Rasim Özdenören’in hikayelerine, Nuri Pakdil’in denemelerine dikkat ediniz, Maraş’ı rahatlıkla bulursunuz. Nuri Pakdil Bir Yazarın Notları’nda çok ayrıntılı Maraş tasvirlerine girişir. Rasim Özdenören’in hikayelerinde mekan genellikle Maraş sokaklarıdır. Cahit Zarifoğlu, şiirlerinde, Maraş’a ait kelime ve sözleri öylesine ustalıkla kullanır ki çoğu zaman fark edilmez bile.
Zarifoğlu’nun “Çoktandır şu maraş kalesi hatıraları elinden alınmış bir taş yığınıdır. -onların yerine bilardo masaları konmuştur -şalvarlı şövalye ve kovboylar bilardo oynamaktadırlar” mısraları meşhurdur. Şair, şalvar giymiş Maraşlıların bilardo oynamalarına şaşırmış, üzülmüş ve bunları eleştirmiştir. Çünkü onun açısından Maraşlı demek sağlam bir Müslüman demektir. Bilardo ise Batıcılığın Maraş’a kadar yayıldığına işarettir. Öyle olunca Necip Fazıl’ın Maraşlılığı bir övünç; diğerlerininki ise hayat ve eser kaynağıdır diyebiliriz.
Yanlış hatırlamıyorsam, Sezai Karakoç’un annesi Maraşlıdır. Fakat kendisi Diyarbakır’da doğduğunu ve Diyarbakırlı olduğunu söyler. Akif İnan Urfalıdır. Fakat lise yıllarını Maraş’ta tamamlamıştır. Maraşlıların çoğu Sezai Karakoç ve Akif İnan’ı Maraşlı sanır. Bunu şiire ve şaire dönük Maraşlıların büyük sevgisinden dolayı şairlerin tamamını Maraş’a mal etme içgüdüsü olarak yorumlayabiliriz. İçgüdü diyoruz, ama durduk yere ortaya çıkmamıştır. Sezai Karakoç’un ortaokul yılları parasız yatılı olarak Maraş’ta geçmiş. İkincisi, yine Maraşlı ve tanınmış şairlerden Abdurrahim Karakoç ve Bahattin Karakoç kardeşler vardır. O yüzden Sezai Karakoç’un Maraşlı sanılması boşa değildir. Akif İnan ise sürekli Yedi Güzel Adam’la anılmıştır. Yedi Güzel Adam Maraşlıdır. Öyle olunca onun da Maraşlı sanılması normaldir.
Diziyi seyrederek olmaz; Yedi Güzel Adam’ın kitaplarını okumalı ve tartışmalıyız
Kafadan sallama bilgilerle konuşmaya gerek yok. Şehrimle övünmeye meraklı değilim. Fakat özellikle 1980’lerden sonra, sadece İslami, muhafazakar kesimde değil, Türk edebiyatıyla uğraşan herkes üzerinde bir şekilde etkisi bullunan edebiyatçılar, önce Edebiyat, sonra da Mavera dergilerini çıkaran bu Maraşlı şair ve yazarlardır, dersek abartmış olmayız. Söz konusu etkiyi edebiyatla sınırlamayalım. Siyasi duruş, Müslümanca düşünüş konularında da Maraşlı şair ve yazarların halen devam etmekte olan etkileri vardır. Bu etkiyi tartışabiliriz. Onların olumlu veya olumsuz düşüncelerinden, güçlü veya sağlam eserlerinden söz edebiliriz. Hatta şunu da söyleyebiliriz: Bu isimler etrafında oluşturulan efsaneler, onların kitaplarını okumaya ve doğru anlamaya engel olmasın.
Öyle ya, halen Alaeddin Özdenören, Erdem Bayazıt veya Akif İnan’ın bütün eserleri, temiz bir baskıyla, herkesin ulaşacağı şekilde yayımlanıyor değil. Erdem Bayazıt’ın dergi ve gazete sayfalarında kalan makaleleri kitaplaştırılmadı, sonra seyahat kitabının yeni baskısı yapılmadı. Aynı şey Alaeddin Özdenören için de geçerli. Akif İnan’ın kitaplarını kurucusu olduğu sendika, bir vefa gereği olarak bastı, ama “hadi bir kitapçıdan gidip alalım bunları” dediğimiz zaman bulamıyoruz.
O zaman şunu söyleyebiliriz: Bu isimleri doğru anlamak için, onların hayatına dair çekilmiş bir diziyi izlemekle yetinmemek gerekir. Onlara dair yazılmış kitapları, yapılacak olan yüksek lisans veya doktora çalışmalarını, sempozyum ve panelleri desteklemeliyiz. Hepsinden önce ve sonra Yedi Güzel Adam’ın kitaplarını okumalı ve tartışmalıyız. Bakalım ne demişler, neleri anlatmışlar; dertleri, tasaları, inançları, fikir ve duyguları nelermiş? Önerileri var mıymış? Şiir, hikaye ve denemelerinde hangi ölçüleri getirmiş veya kabul etmişler? Hayatlarının bir anlamı, ülke üzerine bir medeniyet tasavvurları, tarihimiz ve kimliğimize dair tespitleri, kültürümüze dönük eleştiri veya savunmaları var mıymış, görmemiz, anlamamız ve araştırmamız gerekir. Bu kaygılardan yola çıkarak, onların kişilik, eser ve hayatlarına dair ahde vefada bulunursak, anlamlı olur. Yoksa ileride başka bir iktidar gelir ve bu kültür merkezi, sokak, cadde, kütüphane isimlerini bir hafta içinde değiştirir. İşin korkuncu; bundan kimsenin haberi de olmaz.
TRT-1’de 2014’te yayımlanan “Yedi Güzel Adam” dizisi Kahramanmaraş’ta çekildi. Sonrasında büyükşehir belediyesi Yedi Güzel Adam isminde bir de müze açtı. Müzede Yedi Güzel Adam’a dair eşyalar, maketler, fotoğraflar sergileniyor, Maraş’la Yedi Güzel Adam arasındaki bağlantı anlatılıyor. Yine büyükşehir belediyesi üç yeni kütüphaneye Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu ve Erdem Bayazıt’ın ismini vermiş. Bunlar Yedi Güzel Adam’ın eserlerine dönük bir merak uyandırması açısından önemlidir.
Neden Maraş’tan bu kadar çok şair çıktı?
Konya, Bursa, İstanbul veya Ankara’da tanıştığım kişiler, bana ilk önce şiirden söz ettiler. Hatta Bursa’da tanıştığım Cahit Çollak, Faruk Nafiz Çamlıbel’in şu mısralarını ezberden okumuştu: “Garibim namıma Kerem diyorlar/ Aslı’mı el almış haram diyorlar/ Hastayım derdime verem diyorlar/ Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben“. Daha sonra da Cahit Zarifoğlu, Nuri Pakdil, Özdenören kardeşler ve Erdem Bayazıt’ın isimlerini anıp, “neden Maraş’tan bu kadar çok şair çıkmıştır” diye sormuştu. Üzerinde düşünmediğim için Cahit Çollak’a cevap verememiştim, “herhalde havasından suyundan” diyerek geçiştirmiştim. Soruya verilecek tek cevap veya tek neden yok. Maraş’tan çok sayıda şairin çıkması birçok nedenden ötürüdür. Bence en büyük neden Maraşlının şairi ve şiiri benimsemesi, şehrini şairler üzerinden tanımlamasıdır.
Maraş zaten şiirin başkentiydi. Bunu herkes bir şekilde biliyordu. Oysa Türk edebiyatında İstanbul diye bir şehir vardır. İstanbul, Osmanlı devrinde bir şairler kentiydi. Halen de öyle. Ama Cumhuriyet döneminde şiir denilince, İstanbul’dan önce Maraş akla geliyor. Bunda da Necip Fazıl Kısakürek, Cahit Zarfioğlu, Nuri Pakdil, Alaeddin Özdenören ve Erdem Bayazıt’ın şiirde yakaladıkları kaliteyle birlikte, diğer türde verdikleri önemli eserlerin katkısı büyüktür. Cahit Zarifoğlu’nun belki şiirlerini çoğu Maraşlı bilmez, okusa da anlamaz. Fakat o “Cahit abi”dir. Denemeleri, çocuk kitapları, söyleşileri ve çıkardığı Mavera dergisiyle Müslümanların sağlam bir duruş sergilemeleri için mücadele etmiştir. Onun ismini daha çok bu yönü orta çıkarmış, görünür kılmıştır. Necip Fazıl’ın Büyük Doğu dergisi, Türkiye’nin düşünce tarihinde uzun yıllar, Müslümanların neredeyse tek sesi olmuştur. Necip Fazıl sadece şiir yazmakla yetinseydi, bu kadar sevilip, duyulur muydu, bilmiyoruz. Nuri Pakdil şiir yazmış, şiir çevirileri yapmış, Edebiyat dergisinde Müslümanca düşünmenin en az iki nesil boyunca bayraktarlığını yapmış. Diğer ifadeyle bir bilincin uyanması, gelişmesi, vücut bulması için mücadele etmiş. O yüzden Nuri Pakdil denilince onun siyasi ve kültürel duruşu belirtilmeden geçilmez.
Sözü fazla uzattık, aslında malumu ilam edip duruyoruz. Umarım yazımız, okuyuculara Kahramanmaraş’ın neden “Şiirin Başkenti” diye anıldığına dair birkaç ipucu sunmuştur.
Ömer Yalçınova yazdı