Kültür - Sanat

Namık Kemal nasıl bir gazeteci idi?

Gazete ve gazetecilik “biz”e mahsus bir iş değil. Gazete, bizim kültür hayatımıza modernleşme döneminde girmiş bir şey. Televizyon ve internette olduğu gibi gazete, beraberinde siyaset, düşünce, toplum ve sanat alanlarında kendine özgü kültürü, refleksleri yanında ahlakını da getirmiştir. Öyle ki bu mesleğe bulaşan yani kendini gazeteci olarak tanımlayıp mesaisini, mesarıfını bu iş üzerinden gerçekleştiren meslek erbabı, benzer karaktere sahip insanlardır. Tuttuğu iş, insanları birbirine mi benzetiyor; yoksa birbirine benzeyen insanlar benzer işlerde de mi buluşuyor, bilmiyorum.  

Türkiye özelinde ister sağcı, ister solcu, ister başka bir şey olsun; gazete ve gazeteciler hep birbirine benziyor.

Nedir bu benzerlikler:

Taraf olmak ve karşı tarafını kendi belirlemek.

Asparagas.

Manipülasyon.

Büyük olayları yok saymak, olayları kendince büyütmek.

Konuşlandığı yere göre (iktidarda, muhalefette); mutlaka ya övecek ya tenkit edecek bir şey bulmak.

“Ben demiştim” demek.

(Yüksek yerlerden) duyduğu bir olayı, ‘haber kaynakları gizlidir, açıklanamaz’ diyerek ifşa etmek, manipüle etmek, başka türlü yazmak.

O kadar ki bugün bizim mahallenin basını olarak bilinen hemen bütün gazeteler, tamamen, bir zamanlar “bir kısım medya” denilen, kendisiyle mücadele ettikleri gazetelerin ve gazetecilerin yayın anlayışını, ahlakını içselleştirmiş durumdadır. Efsûs ki efsûs!

Ancak hemen belirtelim de hatlar karışmasın. Dikkat edilirse; gazeteciden bahsediyoruz. Gazetede yazan muharrir, şair gibi özel yazıcılardan değil. Çünkü onlar gazetede yazsa da gazete çıkarsa da gazeteci değildir. Mesela, Sezai Karakoç gazetede yazmış, dergisini gazete halinde yayımlamıştır fakat gazeteci değildir, İsmet Özel gazetede yazmış şair ve fikir adamıdır, gazeteci değildir. Biz gazeteci denilince yukarıda saydıklarımız doğrultusunda haber yazısı yazan, manşet atan, haberleri yorum katarak veren, benzer nitelikleri televizyonlara taşıyan, çıkıp yorum yapan kişileri kastediyoruz.

Acaba niçin böyle oldu diye sorduğumda şunu gördüm. Çünkü bu işin temeli böyle atılmış. Misalim de Namık Kemal ve Hürriyet gazetesi.   

*

Türk düşünce, siyasî ve edebî hayatına yön veren nesil

Türk düşünce, siyasî ve edebî hayatında Namık Kemal ve arkadaşları kadar etkili olmuş başka bir nesil yoktur. Jön Türklük, Genç Osmanlılar, Encümen-i Dâniş, Kanun-i Esasi gibi oluşumlar içinde siyasi kimliği; Hürriyet, Tasvir, İbret gazeteleri dolayısıyla gazeteciliği ve edebî eserlerinin türüne göre tarihçi, tiyatro yazarı, romancı ve şair kişiliği bir arada düşünüldüğünde bu tesirin sebebi ortaya çıkar.

Şiirlerinde kullandığı dile bakıldığında (Hirrenâme) kişi ve olayları mizahlaştırarak, ironik bir dile de yaslandığını gördüğümüz Namık Kemal, acaba bu melekesini sadece edebiyatta mı gösterdi yoksa yeri geldikçe bu özelliğini göstermeye gayret etti mi?

Bu soru, cevabını Hürriyet gazetesinde buluyor. Bilindiği gibi Namık Kemal; Hürriyet gazetesini, Ziya Paşa ile Londra’da yayımlamaya başlar (29 Haziran 1868). Dergi boyutlarında ve haftada bir yayımlanan gazete, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin yayın organıdır. Amaç da Osmanlı devlet ve milletinin selameti için yayın yapmaktır. Hürriyet’in, son sayısı 88. sayıdır ve 28 Şubat 1870’te yayımlanır.  Hürriyet, bugünkü anlamda bir gazete değildir. O daha çok fikir gazetesidir. İmzalı veya imzasız olarak meşveret usulünü gündemde tutar, düşüncelerini ayet ve hadislerle delillendirir, Tanzimat Fermanı ile ilan edilen kurallara uyulmasını hatırlatır, borçlar ve israfı ele alarak maliyenin ıslahı; eğitim, ulemânın durumu, şeriat prensiplerinden taviz verilmemesi; dalkavukluk gibi yönetimle ilgili konuları işler. Ziya Paşa’nın Şiir ve İnşa ve Namık Kemal’in Rüya eserlerinde olduğu gibi edebi metinler de yayımlar.

Vakıf Bank Kültür Yayınları, bu gazetenin bütün nüshalarını iki cilt halinde yayımladı. Sürgünde Muhalefet: Namık Kemal’in Hürriyet Gazetesi.

Alp Eren Topal’ın hazırladığı gazete; din, dil, tarih, edebiyat, toplum, siyaset, gazetecilik için tam bir başvuru kaynağı olacak ve bundan böyle bu dönem değişik yönleri ile ele alınacaktır.

(Acaba?)

Hürriyet gazetesindeki konulara bakılarak 1868’den bu yana değişmeyen, müzmin konularımız nelermiş; nasıl bir çözüm teklif edilmiş (edilmiş mi?); bugün hâlâ neden o konuları konuşuyoruz veya sonuçlananlar nasıl sonuçlanmış; gibi soruların cevabından hareketle toplumumuza yeni bir bakış atfedebilirsiniz.

Bir merak saikiyle okumaya başladığım gazetede benim dikkatimi ilk çeken şey; Namık Kemal’in gazeteciliği oldu. Acaba Namık Kemal nasıl bir gazeteci? Haber değeri taşıyan olaylar için vesika kullanıyor mu? Olayları olduğu gibi mi veriyor; yoksa yorumlayarak mı naklediyor? Asparagas var mı?

O dönemde muhabirlik bir meslek olmadığı ve gelişmediği için Namık Kemal, Hürriyet gazetesinde yayımladığı cemiyet haberlerini gazeteye gelen mektuplara ve duyumlara dayandırıyor. Mesela, Babıâli’den bize gelen mektuptan öğrendiğimize göre şöyle olmuş diyor ve Ayasofya Camii’nde ders veren bir hocanın, konusunu anlatırken misal olarak verdiği bir olayda geçen ‘zulüm’ kelimesi için hocanın soruşturma geçirdiğini, sürgün edildiğini yazıyor.

Tabii ki bu tür haberlerin doğruluğu kadar eksikliği, yanlışlığı da söz konusu olacaktır. Bizim esas dikkatimizi çeken haber, Hürriyet’in Fuad Paşa ile ilgili haberleri oldu. Bu haber zincirinin, Namık Kemal’in gazeteciliği hakkında fikir vereceğini düşünüyorum. Önce Fuad Paşa’nın kim olduğunu bilmemiz gerekir. 

Fuad Paşa kimdir?

Fuad Paşa; şair, Keçecizâde İzzet Molla’nın oğlu. Mekteb-i Tıbbiyye’de okudu, Fransızcayı öğrendi. Mustafa Reşid Paşa’nın teşvikiyle Bâbıâli tercüme kalemine girdi; sefaret başkâtibi Londra’ya gitti. Londra’da bir süre maslahatgüzarlık yaptı. İspanya ve Portekiz’de kaldı. Lehlerin ayaklanma teşebbüslerini diplomatik olarak çözdüğü için sadâret müsteşarlığına getirildi.

11 Nisan 1850’de İstanbul’a dönen Fuad Efendi’ye imtiyaz nişanı verildi. İstanbul’da üç dört ay kaldıktan sonra romatizmasını tedavi ettirmek üzere Bursa’ya giderken Cevdet Efendi’yi de (Paşa) beraberinde götürdü. Burada kaldığı bir ay zarfında Cevdet Efendi ile birlikte Kavâid-i Osmâniyye’yi, ayrıca Şirket-i Hayriyye’nin nizamnâme lâyihasını kaleme aldı. Bursa’dan döndükten sonra 1850 yılı ortalarında teşkil edilen Encümen-i Dâniş’e sadâret müsteşarı sıfatıyla dâhilî âza tayin edildi. Âlî Paşa’nın sadârete geçişinden sonra Hariciye Nâzırlığı’na getirildi (9 Ağustos 1852). Meclis-i Âlî-i Tanzîmat reisliği yaptı.

Hizmetleri arasında; eyalet teşkilâtı yerine, geniş yetkili valilerle idare edilen vilâyet teşkilâtının kurulması, kâgir binaların yapılması, İstanbul’da Divanyolu’nun genişletilmesi, Galatasaray Lisesi’nin ve Dârülfünun’un kurulması gibi icraatlar vardır. Kanlıca’daki yalısının bahçesine mermer heykeller diktirmesi ve ölümünden sonra yayımlanan vasiyetnamesi ile tartışmalara sebep olmuştur.

Çeşitli gerekçelerle istifa, görevden alınma gibi olaylar yaşadıktan sonra Hürriyet gazetesinin yayımlandığı yıllarda Fuad Paşa, Hariciye Nâzırı’dır ve bu sıfatla Abdülaziz’in Fransa ve İngiltere’ye yaptığı seyahatte yanında bulunur. Bu seyahat, kalbinden rahatsız olan Fuad Paşa’nın hastalığını arttırır. Doktorların tavsiyesine uyarak 1868 kışını geçirmek üzere gittiği Nice şehrinde vefat eder. (29 Şevval 1285 / 12 Şubat 1869).

Hoca Tahsin Efendi tarafından hazırlanan cenazesi, Fransız hükümetinin tahsis ettiği bir savaş gemisiyle 28 Şubat 1869’da İstanbul’a getirilir ve Sultanahmet semtinde Peykhane caddesinde yaptırdığı caminin yanına defnedilir. Kabrinin üstüne daha sonra türbe yapılmıştır. (Bu bilgiler DİA’den özetlenmiştir.)

Hürriyet gazetesinde yer alan haberler Fuad Paşa’nın hastalığı, ölümü ve defnedilmesi ile ilgili. Dönemin muhalif gazetesi, dönemin devlet adamının sağlık durumunu bakın nasıl anlatıyor:

“Sayı 35.

Hariciye nazırı Fuad Paşa müptela olduğu illet-i fuadiyeden (kalp hastalığı) dolayı mevsim-i şitâyı (kış mevsimi) İtalya’da geçirmek üzere bir iki mâhdan beri Nis şehrinde tedavi almakta iken “Nerede olursanız olun, ölüm sizi bulacaktır” hükm-i ezelisi icabınca, geçen şehr-i Şevval’in yirmi dokuzuncu Perşembe günü tekmil-i enfâs-ı ma’dûde-i hayat eylemiştir.”

Haber, Fuad Paşa’nın ölümünü haber veren bu paragraflardan sonra gelen açıklamalar, Namık Kemal’in gazeteciliğine dair ipuçları veriyor ve şöyle devam ediyor:

“O aralık Nis’de bulunan bir zatın tarafımıza yazdığı tafsilata nazaran müteveffâ-i müşarünileyh Nis’e azimet ederken Roma’ya uğrayıp Papa hazretleriyle görüşmüş ve mu’tad üzere duasını almış olduğundan bu kere vefatı vukuunda Nis şehri patriği dahi müşarünileyhin Katolik ayini üzere defnolunması ve kendisi ma’ruf ve muteber ve hususuyla Papa’nın enfâs-ı müteberrekesine mazhar olduğundan kilisece mu’tad olan usul-i ihtirâmiyenin hakkında tamamen icrası teşebbüsüne kıyam edip, İstanbul’dan tedavi için beraber gelmiş olan Horasancızade akdemce bazı bahane ile savuşup gittiği ve yanında bulunanların içinde söz anlar kimse bulunmadığı cihetle patriğin bu hareketine karşı cevap verilemeyerek, fakat Paris Sefiri Cemil Paşa’nın vüruduna kadar te’hirine karar verilmiş ve sefir-i müşarünileyhe seri’an telgraf yazılıp, onun vürudunda muteveffânın İstanbul’da defn olunmak üzere vasiyet-i mahsusası olup naaşı orayı naklolunacağından kilise ayininin buraca icrasına lüzum olmadığı mazereti serd olunmuş ise de patriğin ziyadesiyle ısrarı ve bu işde devletçe politikaya binip şayet Fransa devletinin kırgınlığı müeddi olur telaşı ile fakat meyyitin üzerinde yatağında usul-i mu’tâdenin icrasıyla iktifa olunması suretine patriğin muvafakati istihsâl edilmiş. Ve müteveffanın hal-i ihtizârında dahi yanında bulunmayıp ve kendisi takarrub-i hatimesini bilemeyip Fransızca söyleşerek teslim-i ruh eylemiştir.”

Fuad Paşa Hristiyan mıydı?

Bu metinden şunu anlıyoruz:

Namık Kemal, kendisine gelen ve kimliğini bilmediğimiz bir mektuba dayanarak Fuad Paşa’nın aslında Müslüman olmadığını, (ömrünün sonuna kadar Hristiyanlığını gizlediğini) ölümüne yakın, Nis’ten Roma’ya uğrayıp Papa ile görüşüp onun duasını aldığını (vaftiz edildiğini), vefatından sonra Nis patriğinin Katolik ayini üzere defnolunması ve kilisece mu’tad olan usulün icrasını istediğini, İstanbul’dan tedavi için beraber gelmiş olan Horasancızade’nin bazı bahanelerle bu isteği geçiştirdiğini beyan ediyor. Olay, Paris Sefiri Cemil Paşa’nın gelişine kadar tehir ediliyor. Paşa’dan, muteveffâ Fuad Paşa’nın İstanbul’da defnolunmak üzere vasiyeti olduğu ve naaşının oraya naklolunacağı bilgisi alınıyor. Patriğin ısrarı ile -Fransa ile diplomatik bir sorun yaşanmaması için- meyyitin yatağında Hristiyan usulünün icrasıyla yetiniliyor. Ve papaz, Fuad Paşa’nın ölüm anında başında bulunuyor, onunla Fransızca söyleşiyor, Paşa ruhunu böyle teslim ediyor.

Namık Kemal bu meçhul mektup rivayetini esas alarak hükmünü şöyle veriyor:

“Adı geçen kişinin itikadı hususunda acayip acayip rivayetler var idi. Hele İslam milleti ve Osmanlılar, onun yüzünden pek çok zorluklara uğradı. Biz yine de “ölülerinizi hayırla anınız”  tenbihine uyalım. Zekâsı ve nazikliğini hatırlayarak “Huda gufran eyleye” duasını tekrar edelim. Hakkında söylenegelen yukarıdaki olaydan dolayı da üzüntülerimizi beyan eyleriz.”

Namık Kemal, siyasi olarak muarızı olduğu devlet adamından öç alırcasına, meçhul mektuba dayandırdığı habere göre şunları söylüyor:

“Sayı, 36. Sayı. “İstanbul’dan mektup, fi 5 Zilkade

İstanbul gazeteleri ‘Fuad Paşa, yok biraz ağırca keyifsizmiş, yok bu şayiayı konsolideciler çıkarıyor, kendisi ise sağlığına kavuşmak üzere’ gibi sözlerle zaman geçirirken, nihayet ölüm haberi resmen duyuldu. Cumartesi günü naaşı İstanbul’a gelecektir. Tartışmalara konu konağının yanında kendisi için bir türbe hazırlanıyor. Böyle, fukaranın bin türlü ah u figan ile verdiği paradan yapılmış bir konağın, sahibine, köşesindeki birkaç arşın topraktan başka bir faidesinin dokunmaması ne büyük bir ibret vesilesidir.

Sen yine var eyle kasr-ı devletinle iftihar

Biz nice mağrur-ı ikbâlin mezarını görmüşüz,”

Haber metninde bu cümlelerle tenkit edilen konakla ilgili olarak DİA şu bilgileri veriyor:

“Fuad Paşa’nın yazlarını ve mâzuliyet zamanlarını geçirdiği Kanlıca’daki yalısını bazı yabancı yazarlar “muhteşem” sıfatı ile vasıflandırırlar. 1855’te Yunanistan ile yapılan Kanlıca Muahedesi burada imzalandığı gibi Abdülaziz de 1863 yılında bir akşam yemeğini bu yalıda yemişti. Yalı, her üç oğlu kendi sağlığında öldüğü için paşanın vefatı üzerine karısı Emine Behiye Hanım’a geçti. Daha sonra da II. Abdülhamid tarafından vârislerden satın alınarak Küçük Said Paşa’ya verildi. Bir müddet sonra da çıkan bir yangınla yok oldu. Paşanın son zamanlarında Beyazıt’ta inşa edilmiş (1284 sonları / 1868) ve kendisinin hiç oturmadığı Fuad Paşa Konağı adıyla ün yapmış olan konak, önce Maliye Dairesi, ardından da Askerî Tıbbiye olarak kullanıldı. Halen İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi bu binada bulunmaktadır.”

Aslında bir yolsuzluk haberi

Bu haber, aslında, ölüm ve defin olayının içine yerleştirilmiş bir yolsuzluk haberi. Buradan anlıyoruz ki Genç Osmanlılar israf, yolsuzluk denilince bu kavramı bazı paşaların konaklarını da içine alacak şekilde kullanıyor ve onlara da bir ima ve ihsas var. Bir önceki haberde ölüleri hayırla anan Namık Kemal, bu haberle aynı gazetecilik anlayışını serdediyor. Bu anlayış, sansasyonel, duyumlara dayanan haber dilinin yanında bir öfke ve intikam anlayışını da yansıtıyor.  Gazeteci Namık Kemal, Hürriyet’in 39. sayısında Fuad Paşa’yı defneder ve fakat öfkesi hâlâ geçmemiştir. Ekteki haberin kaynağının da aynı kişi olduğu anlaşılıyor:

“Fuad Paşa’nın cenazesi geldi. Mahut konağın civarına defnolunacağına dair olan şayianın aslı çıkmadı; Fazlı Paşa’ya defnolundu. Hem İstanbul halkı umumen cenaze alayının seyrine çıktılar. Onlardan aldığımız habere göre cenaze alayını tertip eden askerler ve zaptiyeler matem elbisesi giymişler, götüren vapur matem topları atmış, hâsılı alafranga bir matem olmuş. Böyle dince yasak ve hakikaten münasebetsiz ve fâidesiz bir adeti kabul ile İslam’ı bir kat daha dilhûn etmekte, vefat etmiş bir adama zebândirâzlık ettirmekte ne mânâ var idi? Amaç, zatına hürmet ve muhabbet ise öyle âlemin nefretini celbettirecek bir tarzda mı yapılır? Allah Allah! Dinin cevaz verdiği dünyaya hayrı dokunabilecek nizamları, usulleri kabul etmezler; din mani oluyor, derler. Dinin sahih kaynaklarına göre yasak, zararlı, müspet hiçbir temele dayanmayan dans gibi, matem gibi garip âdetleri pervasız kabul ederler. Bu kadarı yaranmak için olsa da ayıp değil midir?”

Bu haber metni de görüldüğü gibi öncekilerden farklı değil. Bu haberde Tanzimat Fermanı ile ilan edilen ve dine dayandırılan kanun ve nizamlara uyulmamasından şikâyet edilirken; ölünün ardından yas tutmak, ölüye faydası olmayacak törenlerin din tarafından yasaklanmasına rağmen uyulmaması ile iki türlü günah işlenmiş oluyor. Bu adetler sadece yas törenleri ile sınırlı değil. Dans da bu toplumsal günahlar arasına sıkıştırılmış. Üstelik bu işler Batı’ya yaranmak için yapılmaktadır ki bu da ayrıca tenkit mevzuudur.

Biz bu haberlerden şöyle bir sonuç çıkardık:

Haber kaynağı gizlidir, açıklanmaz. Namık Kemal bu kurala uyuyor. Ancak bir haberin bir mektuba dayandırılması, sorunlu bir habercilik anlayışını gösteriyor.

Haber metni, ilgili kişi ve olayla sınırlı kalmıyor; yorumlar, tahminler içeriyor.

Görüş ve yorumların yer aldığı cümleler; duyumlara, tahminlere ve spekülasyonlara açık.

Hürriyet, günümüz anlamında bir gazete değil; fakat Namık Kemal, günümüz anlamında örneklerini çok gördüğümüz tam bir gazeteci.

Alay var.

Küçük düşürme var.

Suçlama var.

Kendisine benzeyen günümüz gazetecilerinin piri diyeceğim ama böyle dersem günümüz gazetecilerine bir pâye vermiş olur muyum diye tereddüt ettim. Böyle dersem; Türkçeyi doğru dürüst kullanamayan günümüz gazetecileri nerde; şair, romancı, tiyatrocu, fikir adamı Namık Kemal nerede diye sorarsanız cevap verememekten korktum çünkü.      

Source link

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu