Kültür - Sanat

Müslümana bunalım yakışmıyor

Bir süre önce böyle bir şey söylense, nasıl yani Müslüman insan değil mi, o da tabii ki bunalıma girecek diye cevap verirdim. Fakat artık öyle düşünmüyorum. Çünkü bunalım dediğimiz şey, insanın ne yapacağını bilememesidir. Bir nevi boşlukta olmaktır. O güne kadar yapılan, inanılan şeylerin boş olduğunu sanmaktır. Hiçbir şeyden tat almamaktır. Oysa Müslüman için böyle bir şey mümkün mü?

İnsan neden o güne kadar yaptığı şeylerin anlamsızlığından söz etmeye başlar? Başarısızlık diyebiliriz bu sorunun cevabına kısaca. Başarısızlık duygusu yoğun bir şekilde yaşandığında her şey durdu sanılabilir. Örneğin iş yerinde amirinden fırça yemek veya verilen görevi hakkıyla yerine getirememek. O da olmadı, verilen görev hakkıyla yerine getirilmiştir ama aksi giden bir şey olmuştur. Yapılan bütün işler yerle bir olmuş veya amirlerince veya muhataplarınca görülmemiş, dolayısıyla takdir edilmemiştir. Başka bir örnek ise, yıllarca birlikte hareket edilen, çok sevilen dostla aranız acımasızca açılmıştır. Onca yaşananlar belki de bir hiç uğruna unutulmuştur. İnsan vefasızlık ve nankörlük karşısında ne yapacağını bilmeyebilir, daha da ötesi kahrolabilir. Bunlar gibi binlerce başarısızlık örnekleri sıralanabilir. Şu da vardır, çok arzulanan bir şey yapılamamıştır. O zaman da insan boşluğa düşer, kendini yetersiz görür. Görüleceği üzere başarısızlık kelimesine hemen her bitkinliği, tükenmişliği, yorulmayı, acıyı, yani insanın büyük bir kayaya toslamasını ekliyoruz. Bu tür durumlarda insan ister istemez bunalım denilen, boşluk, anlamsızlık, kendine dönük öfke, ne yapacağını bilememek, çaresizlik gibi duygulara kapılabilir. Fakat Müslüman için de öyle midir?

Allah’a karşı sorumluluğu ekseninde bu dünyayı düşünen kişidir Müslüman

Öyledir aslında. Müslüman’ı fazla büyütmemek, olduğundan farklı göstermemek, insan olmanın çaresizliklerinden, acziyetinden soyutlamamak lazım. Yine de diyoruz ki tüm bunlar Müslüman’a yakışmıyor. Neden? Çünkü Müslüman için asıl olan, Allah’a karşı sorumluluğudur. Allah’a karşı sorumluluğu ekseninde bu dünyayı düşünen kişidir Müslüman. Yaptığı iş, arkadaşlarıyla ilişkisi, akrabalarıyla görüşmesi, başarısı veya başarısızlığı, öbür dünyanın kıstaslarına göre değerlendirilebilir. Yoksa hiçbir Müslüman’a “dünya cenneti” vaat edilmemiştir. Müslüman’ın dünya cenneti için çalışmak gibi bir vazifesi de yoktur. O Allah’ın rızasını kazanmak için Kur’an-ı Kerim’e ve hadis-i şeriflere uygun bir hayat yaşar. Bunun sonucunda ortaya bir “dünya cenneti” çıkar veya çıkmaz, bilinemez. Fakat amaçla aracı karıştırmamak gerekir. Müslüman’ın amacı dünya cenneti yaratmak değildir. Onun tek amacı Allah’ın rızasını kazanmak, ona layıkıyla kul olmak, bunun için de iyi bir Hz. Muhammed ümmeti olmaktır.

Bu yüzden Müslüman, boş duramayan insandır. Müslüman’ın tembellik yapmak gibi bir lüksü yoktur. Mesela sabahtan akşama kadar uyuyamaz Müslüman. Onun için farz kılınmış beş vakit namaz vardır. O, günün belirli vakitlerinde abdest alacak ve namazını kılacak. Bunu da öyle üstünkörü yapamaz. Usulünce yapmakla mükelleftir. Baştan savma bir namazla, örneğin sadece farzını kılıp, sünnetini terk ederek namazını kıldığında, Müslüman’da bir eksiklik duygusu meydana gelecektir. Veya tekbiri düzgün getirmeli, niyet etmeden namaza başlamamalı, rükuu, secdeyi usulünce yapmalıdır. Tabii hangi mezhebe bağlıysa, o mezhebe göre yapmalıdır. Yani Müslüman’ın en baş vazifesi, hayatının anlamı burada gizlidir. Diğer işler, tüm bunların yedeğindedir. Onlarla iç içedir. Onlardan sonra gelir. Ve Müslüman için diğer işler, bu asıl vazifeler yerine getirilmeden pek bir anlam ifade etmez. Dediğimiz gibi Müslüman’ın hedefi, sonsuzdadır. Öbür dünyadadır. Bu dünyayla kayıtlı değildir. Bu şekilde Müslüman aslında bu dünyanın ayak bağı olmasından azadedir. Kendiliğinden böyledir.

Okunan ezanla birlikte kendine gelebilendir Müslüman

Dünya işlerini küçümsediğimiz sanılmasın. Veya ibadetlerle bu dünya işlerini birbirinden ayrı düşündüğümüz, ayırmaya çalıştığımız da sanılmasın. Aksine Müslüman için her şey İslam’la bağlantılıdır. Bu yüzden mesela mutasavvıflar Allah’la kul arasındaki ilişkiyi çok incelikli bir şekilde inceler ve anlatırlar. Peki Müslüman sadece ibadet esnasında mı Yaratıcıyla ilişki içindedir? Hayır, aksine Müslüman uyurken bile Allah’la bağlantısının kopmadığını bilendir. Yaptığı işlerde adaleti gözetirken de öyledir. Arkadaşlarıyla ve iş yerindeki insanlarla ilişkisinde haksızlığa kaymamak için gösterdiği hassasiyetin temelinde de Allah’la olan ilişkisi, teknik terimle “Tanrı tasavvuru” etkilidir. Hatta ibadetlerinin yerli yerince, usulünce olup olmadığını, hayat gailesi çekerken, ibadetleri dışında neler yaptığına bakarak, insanlarla kurduğu iyi veya kötü ilişkiyi gözeterek, değerlendirerek yeniden düşünmek fırsatını yakalar. Bir mutasavvıfa sormuşlar, “Allah’la aranın iyi olup olmadığını nasıl anlarsın?” diye. Mürşit hemen cevaplamış, “Eşimle çocuklarımın bana itaat edip etmemesinden anlarım.” Bu, çok önemli bir veridir. Çünkü Allah’la olan ilişkimiz, her şeyle kurduğumuz bağı belirler.

Görüleceği üzere bütün dünya Müslüman’ı terk ettiğinde bile Müslüman’ın yapacağı o kadar çok iş vardır ki onun boşlukta durmasına, kafasını yorganın altına gömmesine veya televizyon karşısında saatlerce uyuklamasına engeldir. Daha doğrusu Müslüman için Allah tarafından belirlenen yükümlülükler onu boşluk duygusundan, nefsiyle baş başa kalmasından, kendini koyvermesinden korur. Ve çok şükür ki ne yapmalıyım şimdi diye kara kara düşünmesinden, ucu bucağı olmayan acılar çekmesinden, anlamsız çıkmazlara girmesinden kurtarır. Çünkü Müslüman’ın her zaman yapacağı bir şey vardır. Belki o an, bir şok hali yaşanabilir. İnsan yıkılabilir, yıkılmaz demiyoruz. Fakat okunan ezanla birlikte kendine gelebilendir Müslüman. Hemen kolları sıvayıp, abdest almaya gider. Ve her şeyin hayırlısını dileyerek namazını eda eder. Gün boyunca dilinden duayı eksik etmez. Namaz için evinden çıkıp camiye doğru yürümesi bile Müslüman’ın kendine gelişidir.

Veya Ramazan ayında Müslüman, gün boyunca oruca layık bir şekilde hareket etmesi gerektiğini bilir. Kötü konuşmaz, dedikodu yapmaz, işiyle meşgul olur, ani çıkışlardan, öfke patlamalarından olabildiğince uzak kalmaya çalışır. İyi düşünmeye, güzel bakmaya çalışır. Bunların hepsi bir çabadır, imtihandır, mücadeledir. Müslüman keyfine göre yaşayamaz. Nefsine dur demelidir. Tüm bunlar onun için hem zihinsel hem de bedensel çalışma halidir. Bunları durdurmadığı, isyana sürüklenmediği, Allah’la olan bağını görmezden gelmediği sürece boşluğa düşmez, anlamsızlık veya boşa çalışıp çabalıyorum duygularına kapılmaz. Çünkü Müslüman için hiçbir şey boş ve anlamsız değildir. Çektiğimiz sıkıntılarda, uğradığımız felaketlerde veya yaşadığımız güzelliklerde Allah’ın Müslüman’a gönderdiği bir işaret mutlaka vardır. İşaretler, temiz bir zihin ve kalp gerektirir. Bunun da ibadetler dışında hiçbir şeyle sağlanamayacağı bilinir.

Ayrıca o işaretlerin içinde belki de ne yapılacağı bilinemeyen konu ve olaylara dair cevaplar gizlidir. Müslüman bunları okumayı bilir. Bunlarla teselli olmayı, ondan da önemlisi, kalbini ferah tutmayı bilendir.

Ömer Yalçınova yazdı

Source link

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu