Muhyiddin İbn Arabi’nin Endülüs’te bulunduğu şehirler ve görüştüğü kişiler
İbn Arabi’nin Endülüs’ün Mürsiye kentinde başlayan ve Şam bölgesinin Dimaşk (Şam) kentinde sona eren uzun bir yolculuğu bulunmaktadır. Onun hayatına ve kitaplarına bir ölçüde vakıf olan insanlar bu durumu kolaylıkla fark edebilirler. İbn Arabi’nin bu yönünü en iyi ve derli toplu takip edebileceğimiz kaynak, Mekke’de yaşadığı günlerde Tunus’ta mukim Ebû Muhammed b. Abdulaziz b. Ebû Bekir el- Kuraşi el-Mehdevi adlı dostuna yazdığı Risaletü Rûhi’l-Kudsadlı eseridir. Bu eserde o, Gazzalî’nin el-Munkız mine’d-dalal adlı eserinde yaptığı gibi fikrî ve manevî serüvenini dile getirir. Kitabın başında bu işin yol ve yönteminin ne olması gerektiği üzerinde durur ve başta sahabe olmak üzere bu yolun büyükleri hakkında malumat aktarır. Akabinde çıktığı yolculukta kendisine yardımcı olan kadın-erkek, büyük-küçük, çok bilgili-az bilgili herkes hakkında bilgi verir. Ona göre manevî gelişimin bir yaşı ve belli bir zaman dilimi yoktur; bu iş bütün insani ilişkilerde karşılıklı ve ömür boyu sürer. Nitekim kendisi, karşılaştığı ve insani ilişki içerisine girdiği her bir şahıstan aldıklarımı ve verdiklerini bir bir sıralar. Onun kitapları da özellikle döneminde yaşadığı ve fikir alış-verişinde bulunduğu insanları anlatırken onlara bir şeyler öğrettiğini ya da hatırlattığını sık sık dile getirir. Bu ifadelerden sanki her hususta kendisine bir pay çıkardığı izlenimi doğarsa da aslında işin gerçeği onun anlayışına göre her insan her yaşta bir şeyler öğrenmeye muhtaçtır ve insanın neyi kimden öğreneceği de belli ve belirlenmiş değildir. İşte bu anlayışla İbn Arabi başta el-Futuhâtü’l-Mekkiyye adlı eseri olmak üzere kendisinden ve yaşadıklarından bol bol örnekler verir. Biz de onun bu maneviyat yolculuğunun Endülüs bölümünü başta Risâletü rühi’l-kuds ve el-Futuhâtü’l-mekkiyye olmak üzere diğer bazı kitaplarındaki bilgilere de başvurarak izlemeye çalışacağız. Çünkü İbn Arabi, Risâletü rühil-kuds adlı eserini Mekke’de 600/1203 yılında kaleme aldığını dile getirir. Dolayısıyla bu kitapta zikrettiği şahıslar o tarihe kadar görüştüğü zatlardır, fakat tamamı değildir. Çünkü kitabın sonunda “ben burada karşılaştığım kişilerin bir kısmını anlattım, birçoğundan da bahsetmedim” demek suretiyle buna açıklık getirir. Daha sonra görüştüğü zatların büyük bir kısmını el-Futuhâtü’l-mekkiyye, Muhadaratü’l-ebrar ve el- İcâze gibi eserlerinde bulmak mümkündür. Onun Endülüs’te uğradığı yerler ve görüştüğü kişileri şöylece sıralamak mümkündür:
1. Mürsiye/Murcia (Endülüs/İspanya)
Mürsiye, İbn Arabi’nin doğduğu ve sekiz yaşına kadar ya- şadığı şehirdir. Bu şehirde küçük yaştan itibaren namaz için mescitlere gittiği, vaaz ve hutbeleri dinlediği bilinmektedir. Nitekim kendisi 566/1171 tarihinde yani henüz altı yaşında iken Mürsiye’de halife Müstencid Billlah’ın yerine geçen Müstağni Billah’ın adına okunan hutbeyi duyduğunu ifade eder.
2. İşbiliye/Sevilla (Endülüs/İspanya)
Endülüs’ün önemli kentlerinden biri olan İşbiliye, İbn Arabi’nin 568/1173 ila 592/1196 yılları arasında yaşadığı şehirdir. Onun maneviyat serüveninin ilk durağı kendi ifadesi ile ‘Allah yolunda ilk mülâkî olduğu kişi, İşbiliye sakinlerinden Ebû Ca’fer Ahmed el-Uraybî’dir. İbn Arabi onun hakkında şu bilgileri verir: Allah’ın dinine sımsıkı bağlı ve bu yolda hiçbir sataşmaya aldırmayan bir kişiliğe sahiptir. Her daim abdestli, kıbleye müteveccih ve zikir hali içindedir; zamanının çoğu oruçlu geçer. Taşra hayatı yaşayan, ümmî, okuma yazması olmayan ve hesap yapmayan bir görüntü vermekle birlikte, tevhid ilmi bahsi açıldığında, onu dinlemek yeterlidir. Bir gün imam ‘amme yetesâelûn’u okuyordu. “Biz yeryüzünü bir beşik (mihâd), dağları da birer kazık (evtâd) yapmadık mı?” meâllindeki ayetlere gelince ben imamın okuyuşundan koptum, hiçbir şey duymaz bir haldeydim. O anda şeyhim Ebû Ca’fer’i gördüm, şöyle diyordu: Mihâd âlem, evtâd, mü’minlerdir; mihâd mü’minler, evtâd ariflerdir; mihad arifler, evtâd nebilerdir; mihâd nebiler, evtâd rasullerdir… şeklinde Allah’ın zikretmesini dilediği ölçüde hakikatleri anlattı. Ben kendime geldiğimde imam, “Rahmanın izin verdiğinden başka kimse konuşamaz. İzin verilen doğruyu söyler. İşte bu hak gündür mealindeki ayetleri okuyordu. Namaz bittiğinde kendisine sordum o ayeti ve benim gördüğümü hatırladı. Bu şeyhle arasında kuvvetli bir dostluk ilişkisi kurulmuş ve bir sevgi bağı oluşmuştu. Bunun en önemli göstergesi yanına gelen İbn Arabi’ye “Gel ey iyilik adamı, senden başka bütün çocuklarım bana iki yüzlülük ve nankörlük etti. Sen ise bütün yapılanları ikrar ve itiraf ettin. Allah onları sana unutturmasın” şeklinde söylediği sözdür.
Onun ‘şeyh’ ve ‘imam’ olarak nitelediği ikinci kişi Ebû Ya’kub Yusuf b. Yahluf el-Kûmî el-Abesi’dir. Bu şahsın İbn Arabi bakımından en önemli özelliği, ‘bu yolun lisanı ve Mağrib’in ihya edicisi’ olarak tanımladığı Ebû Medyen’in öğrencisi olmasıdır. Onda meydana gelmiş olan Ebû Medyen sevgisini de bu zatın yanında kazandığı kuvvetle muhtemeldir. Çünkü şeyh her seferinde ona Ebû Medyen’in keramet ve faziletlerini anlatmış hatta dağdan inerken yaşadıkları bir kerameti Ebû Medyen’i anmaya bağlamıştır. Böylesine bir yoğun yüklemenin henüz çocukluk çağında bulunan İbn Arabi’yi derinden etkilemesi kaçınılmazdır. Çünkü kişinin çocukluk yıllarında aldığı terbiye ve zihnine nakşedilen hususlar ileriki hayatı üzerinde derin tesirler bırakır. Bu şeyhle karşılaştığında İbn Arabi çocuklukla gençlik arası bir dönemi yaşamaktadır. Henüz okuma yazmayı sökmemiş olması bu kanıyı güçlendirmektedir. Kendisinin “Ben onun emri altına girdim, beni terbiye etti ve edep öğretti; o terbiye edenlerin ve edep öğretenlerin en güzeli idi” şeklindeki ifadesi anılan şeyhin hayatındaki yerini ve önemini göstermesi bakımından önemlidir. Tasavvuf alanında ileri düzeyde bir yere sahip olduğunu ifade eden İbn Arabi, onun melami meşrep bir kişiliğe sahip bulunduğunu da ekler. Bu şeyhin yanında sadece Ebû Medyen’i tanımakla kalmadığını, ilk defa ‘tasavvuf’ kelimesini işitme ve Kuşeyri’nin er-Risâle’sini görme şansını da elde ettiğini bizzat kendisi belirtir.
Maneviyat yolunda karşılaştığı bir başka zat, kırk yıl seyahat ettikten sonra İşbiliye kentine yerleşen Sâlih el-Adevi el- Berberi’dir. Gece gündüz Kur’an tilaveti ile meşgul olan ve çok az konuşan bu zat, kendisini ibadet ve taate o kadar vermiştir ki, ne bir evi olmuş ne de hastalık dolayısıyla tedavi görmüştür. Hem melâmî hem de üveysi meşreb bir hal ve tavır sahibi olduğunu söyleyen İbn Arabi, bu zatın kendisi hak- kında verdiği haberlerin aynıyla gerçekleştiğini bildirir.
İşbiliye’de karşılaştığı kişilerden biri de beş vakit namazımı el-Adis camiinde kılan Ebû Abdullah Muhammed es-Serafi’dir. Bu zat ile tanışması onun kendisini bir topluluk içindeyken izin alarak kenara çekip bazı uyarılarda bulunması ile başlar. Ayrıca ibn Arabi, bu kişinin daha sonra kendisi hakkında verdiği birçok haberin gerçekleştiğini dile getirir. Bu zatın en garip yönü ise kırk ya da elli yıl hiç ışık kullanmadan evinde oturmasıdır.
Ebû Yahyâ es-Sanhâcî ise ölümünden önce birkaç ay sohbetinde bulunduğu, ibadet ve taatiyle şöhret bulmuş bir zattır. Naşı aşırı rüzgar alan bir tepeye gömülen bu zatın defni esnasında bir keramet olarak rüzgar kesilmiş, defin işi bittik- ten sonra tekrar başlamıştır.
Ebü’l-Haccac Yûsuf eş-Şiberbili, İşbiliye’nin doğusunda ve iki fersah uzaklıkta bulunan Şiberbil köyünde yaşayan ve kendi el emeği ile geçimini temin eden âbid ve zâhid bir zattır. Bu zat ömrünün sonuna kadar da kendi el emeği dışında bir şey kabul etmemiş ancak ahir ömründe güçten düştükten sonra kendisine verilen şeyleri almıştır. Kur’an dışında bir kitap okumayan Ebü’l-Haccac’i Ibn Arabî bir seferinde ilk üstadı olan Ebû Cafer el-Uraybi ile ziyaret etmiş ve onu Ebû Medyen’in öğrencisi olarak tanıtmıştır. Bunun üzerine şeyh, Ebû Medyen’in dün yanında olduğunu ifade etmiştir. Halbuki Ebû Medyen’in yaşadığı Bicaye ile buranın arası o dönemin şartlarına göre kırk beş günlük bir mesafedir. İbn Arabi bu görüşmenin keşfen gerçekleştiği kanaatini dile getirir.
Ebu Abdullah Muhammed b. Kassûm, onun tanıdığı farklı bir kişilik olarak karşımıza çıkar. Daha önceki şeyhleri maneviyat yönleri güçlü ve ön planda olan zatlar iken bu zat, ilim ve ameli şahsında birleştirmiş bir kişiliğe sahiptir. İbn Arabi’nin bu kişiden ilim öğrenmenin yanı sıra vakti kullanma kültürü aldığı görülür. Çünkü bu zat zamanı çok iyi kullanan ve her anının işini ayrı aynı belirleyen ve asla taviz vermeyen bir yapıdadır. Gün içinde hangi zaman diliminde neyin yapılacağı bellidir. Sözgelimi, sabah namazını kıldıktan sonra güneş doğana kadar zikirle meşgul olur, güneş doğduktan sonra iki rekat namaz kılar ve evine gider, eğer oruçlu değilse kahvaltısını yapar, duha namazını kılar ve bir müddet uyur. Kalktığında abdestini alır, eğer belli bir işi yoksa Allah’ın zikri ile meşgul olur. Öğlen vakti geldiğinde mescide gider, ezanı okur ve evine döner, ezan ile namaz arasında bir boşluk bırakıldığından namaz vakti gelene kadar evinde nafile namaz kılar. Öğle namazını kıldıktan sonra hemen nafile kılmaz daha sonra meratip sünneti kılar. Sonra mushafı alır ve tertil üzere beş cüz okur. İkindi vakti geldiğinde ezanı okur, nafile namazı evine gidip kılar, cemaat toplandığında onlara ikindi namazını kıldırır ve tekrar evine dönüp akşam vaktine kadar zikirle meşgul olur. Akşam namazı için mescide çıkar ezanı okur ve namazı kıldırdıktan sonra evine girer. Yatsı vakti geldiğinde kandili yakar, ezanı okur ve namazı kıldırır. Bütün namazlar bitip evine döndüğünde sözleri, hareketleri ve bütün bir hafaza meleklerinin kaydettiği hususları gözden geçirir yani bir günün muhasebesini yapar. İşte onun gündüzü böyle geçer. Artık gece başlamıştır, yatağına uzanır ve uykuya dalar. Gecenin bir kısmı geçtikten sonra kalkar eğer ehline yaklaşmış ise güsul abdesti alır, namaz yerine geçer ve sabah oluncaya kadar Kur’an okur. Sabah olduğunda mescide gider ezan okur ve evine dönüp sabah namazının sünnetini kılar ve bir müddet zikir ile meşgul olur. Sabah aydınlığı ortalığı kapladığında çıkar ve insanlara sabah namazlarını kıldırır. Bu hal Ebû Abdullah’ın hayatında sürekli tekrar eder. Bütün bunların İbn Arabi’de bir vakit kültürü oluşmasında derin etkisi olduğu açıktır. Maliki mezhebine mensup olan ve yukarıdaki verilen bilgilerden de anlaşıldığı gibi bir cami imamı olan bu zattan ibn Arabi, taharet ve namaz bilgilerini öğrendi. Buradan da anlaşılan onun ilk dini bilgileri maliki mezhebi üzeredir. Ayrıca küçük yaştan itibaren yazmaya meraklı olan İbn Arabi, bu zattan yazma yönünde büyük teşvik görür. Nitekim bir gün şeyhini yaşı ilerlemiş olmasına rağmen kağıt satın aldığını görür ve merak eder sorar. Şeyh de kendi üstadı olan Ebû Abdullah b. Mücahid’in “Ölmeden önce eğer firsat bulursan ilim ve edebiyat ile ilgili yazmaya yönel” şeklindeki tavsiyesini aktarır.
Onun yol kılavuzlarından biri de Haris b. Esed el- Muhasibinin yolundan giden Ebû Imran Müsâ b. İmran el Mirteli’dir. İbn Arabi, bir gün marifet, edeb ve hüsn-i hâl sabihi olan Mirteli’nin yanına girdiğinde ‘oğlum, nefsine bak” demiştir. Bunun üzerine İbn Arabi “siz nefsime bakmamı istiyorsunuz, üstadım Ureyni ise ‘hakk’a bakmamı istiyor, hanginize uyayım” dediğinde “evladım. Ureyni de doğru söylüyor ben de doğru söylüyorum. Her birimiz bulunduğumuz halin gereği üzere tavsiyede bulunuyoruz. O hak mertebesin- de ben ise nefis mertebesindeyim. O sana yolu gösteriyor ben ise arkadaş gösteriyorum. Hem onun dediğini hem de benim dediğim yap” demiştir. Bu tevazu ve dürüstlük örneği ibn Arabiyi çok etkilemiştir.
İşbiliye’de en çok görüştüğü kişiler içerisinde Ebû Abdullah Muhammed ve Ebü’l-Abbas Ahmed adlı kardeşlerin yerinin başka olduğu görülmektedir. 590/1194 yılına kadar birlikte oldukları bu kardeşlerle olan birlikteliğini “Ömrümde o günler kadar güzel günler görmedim” diye ifade eder. İlk Kur’an okumaya başladığı küçüklüğünden komşuları olan bu kardeşlerle birlikte olmuş, onlardan, dostluk, cömertlik, yardımseverlik gibi hasletleri kazanmıştır. Bu kardeşlerle en son karşılaşmaları Mısır’da gerçekleşmiştir. Hacca gitmek isteyen iki kardeşe İbn Arabi de arkadaş olmak istemiş ancak kardeşlerden Muhammed’in hastalanması bu planı bozmuştur. Bunun üzerine İbn Arabi onları Mısır’da bırakarak kendisi Mekke’nin yolunu tutmuştur. Daha sonra Muhammed’in annesinin hastalığı dolayısıyla geri döndüğünü ve ölene kadar annesine hizmet ettiğini öğrenir.
Kur’an ve Arapça öğreten Ebû Abdullah Muhammed b. Cumhur onun yol ışıklarından biri olarak görünür. Kur’an konusundan son derece titiz bir zattır ve muhtemelen Kur’an’a nazire olacak korkusuyla şiir okumaz. Onun Kur’an ve Arapça bilgisinden oldukça istifade eden İbn Arabi, Kur’an ve ibadete olan düşkünlüğünden de derin bir şekilde etkilendiğini ifade eder.
Hocası Salih el-Adevi’nin müritlerinden, Allah’ın veli kullarından ve aynı zamanda amcasının dostu olan Ebû Ali Hasan eş-Şekkaz maneviyat yönünden istifade ettiği kişilerdendir. Bu zat genç yaşta ölene kadar da onunla olan dostluğunu sürdürmüştür. El emeği ile geçimini temin eden bu zatın dürüstlüğü ve fazileti İbn Arabi’nin şeyhleri arasında yer alan eş-Şirbelî’yi etkilemiş olacak ki, kardeşinin kızını onunla nikahlamıştır.
Ömrünün ahirinde yani seksen yaşında maneviyat yoluna girmiş bulunan amcası Ebû Muhammed Abdullah İbnü’l- Arabî et-Tâî, her gün bir hatim okur ve sevabının yarısını ‘şu çocuk’ diye nitelediği İbn Arabi’ye hibe ederdi. Küçüklüğünde kendisinden ilim öğrendi ve özellikle tasavvuf yoluna girmede aydınlatıcı bir etkisi oldu.
Sâlih el-Harrâz, onun tanıdığı, ibadete düşkün, hak-hukuk gözeten ve kendi el emeği ile geçinen insanlardandır. Tanıdığında yetmiş yaşında olmasına rağmen hala eski ciddi- yet ve gayreti ile ibadetine devam etmektedir. Ayakkabı dikim ve tamiri işi yapan bu zatın, bir gün yaptığı bir iş karşılığında iki misli ücret teklif eden bir kimseden, işin karşılığı değil diye ücreti almak istememesi hak ve hukuk gözetmesinin en önemli göstergesidir. İnsanlarla çok fazla konuşmayan ve görüşmeyen bu zat, son yıllarında şehir dışına çekildi ve herkesten uzak yalnız yaşadı.
Abdullah el-Hayyat diğer dostlarının aksine on ya da on bir gibi küçük yaşta tanıdığı bir kişidir. İşaret yoluyla anlaştıkları bu çocuk ile İşbiliye’nin el-Adis mescidinde görüştüklerini, ikindi namazını birlikte kıldıklarını ancak bütün çabasına rağmen ne evini öğrenebildiğini ne de kendisini bir da- ha görebildiğini zikreder. Ancak bu çocuktan manevi alanda çok ciddi bir fetih (manevi açılım) elde ettiğini bildirir.
Fâtıma binti Ebî Müsennâ, onun tanıdığı kadınlardandır. İbn Arabi, onun doksan yaşını geçmiş ve yemeğini kendisi yiyemeyecek durumda olmasına rağmen yüz güzelliğinden bir şey kaybetmediğini ve suretinin ‘Fatiha’ suresini andırdığını belirtir. İbn Arabi’nin onunla görüşmesi ancak doksan beş yaşında gerçekleşmiş olmasına rağmen ondan manevî bakımdan çok etkilendiğini içtenlikle dile getirmesi vefa örneğidir.
İşbiliye’de karşılaştığı diğer zatlar ise şunlardır: Ebü’l-Abbas Ahmed b. Hemmam, on sekiz yıl Ebû Medyen’e hizmet etmiş olan Ebû Ahmed es-Selavi, Hz. Peygambere çok selavat getirdiği için ‘Allahümme Salli Ala Muhammed’ şeklinde isimlendirilen el-Haddad, zahid bir fakih olan İbü’l-As Ebû Abdullah el-Baci, Kendisini Gazzâlî’nin kitaplarını okumaya adamış olan Ebû Abdullah b. Zeyn el-Yabiri Ebú Abdullah el-Kastili, Maliki mezhebinden olan ve Kur’an, Arapça ve Fıkhı çok iyi bilen Ebü’l-Abbas Ahmed b. Münzir ve Ebú Vekil Meymun b. Túnisi.
3. Mevrûr (Endülüs)
Dönemin Ebû Medyen’e hizmet etmiş önemli şeyhlerinden ve işbiliye yakınlarındaki Mevrur sakinlerinden olan Ebû Muhammed Abdullah b. el-Ustaz el-Mevrûri, İbn Arabi’nin İşbiliye’de karşılaştığı ve ilminden istifade ettiği kişilerdendir. Ebû Medyen tarafından çok sevilen ve onun işareti üzerine hac yapan Abdullah, annesi dolayısıyla Bicaye’den Endülüs’e gelmiş ve orada ibn Arabi’nin üstadlarıyla görüşmesi esnasında ibn Arabi ile tanışmıştı.
4. Mirşane/Marchena (Endülüs/İspanya)
İbn Arabi’nin tanıdığı kadınlardan biri de ‘Şems’ diye bilinen Şemsu Ümmi’l-Fukara’dır. İnsanlara güzel muamelede bulunan ve keşf ehlinden olan Şems’in yanına İbn Arabi, birçok kere gitmiş ve onun manevi birikiminden istifade etmiştir.
5. Gimnata/Granada (Endülüs İspanya)
Ebû Muhammed Abdullah el-Bâği eş-Şekkâz, arkadaşı Abdullah Bedrü’l-Habeşî ile birlikte evine giderek tanıştıkları bir zattır. İbn Arabi söz konusu şeyh ile ilk karşılaşmasını “benim adetim bir kimsenin yanına girdiğimde şeyh olsun fakir olsun üstümdeki bütün paraları vermem idi; bu şeyhin yanına girdiğimde cebimde sadece bir dirhem vardı ve onu şeyhe takdim ettim” şeklinde anlatır. Bu zatın, ciddiyet sahibi ve gayretli kimselerden olması, üzerinde sürekli hüzün ve ağlama halinin bulunması, günahı küfür kadar çirkin görmesi, insanlara yönelik son derece yumuşak ve nazik bir davranış sergilemesi İbn Arabi üzerinde büyük tesirler bıraktığı ifadelerinden anlaşılmaktadır.
6. Kurtuba/Cordoba (Endülüs/İspanya)
Ebu Muhammed Abdullah el-Kattân, Kur’an’a son dere ce bağlı, hak bildiği yolda kınayanın kınamasına aldırmayan, kudret sahibi sultanların yüzüne karşı hak ve hakikati haykıran bir yapıya sahiptir. Bu zatı Kurtuba kentinde “kitap tasnif ve telifi ile uğraşan insanların yarın hesapları ne uzun olacak; bu kimseler Kur’an ve Hz. Peygamber’in hadisleri ile ikna olmuyorlar mı?” şeklindeki sözleri İbn Arabi’yi oldukça etkilemiştir. Onun anlattığına göre dönemin sultanı şeyhi öldürmek istemiş ve adamları onu apar topar vezirin huzuruna çıkarmışlar, vezire karşı “Ey Allah düşmanı, kendini bilmez niçin beni getirttin?” diye seslendi. Bunun üzerine vezir “Bu günden sonra Allah sana yaşamayı mümkün kılacak mı?” diye mukabele etti. Şeyh de ona “Sen eceli öne alamazsın, takdir olunana da engel olamazsın, bu söylediklerinin hiç biri olmayacak ve ben senin cenazende hazır bulunacağım” dedi. Vezir sultan ile görüşmek için giderken onu da zindana attırdı. Ertesi gün sultanın huzuruna çıktığında tavrında hiçbir değişiklik yoktu. Bu hali sultanı son derece etkiledi ve yanında kalmasını teklif etti, ancak şeyh “Senin şu oturduğun yer gasbedilmiştir, oturduğun köşk de haksız olarak alınmıştır; eğer ben mecbur edilmeseydim, kesinlikle buraya girmezdim” diye sultana çıkıştı. Sultamı bir utanç bastı. Bunun üzerine onu serbest bıraktı ve bir takım hediyelerle gönlünü almak istedi. Ancak o hediyeleri reddetti sadece affedilmeyi kabul etti ve huzurdan çıktı. Halbuki bu zat iki dirhemi bir arada görmüş değildi. Bu olaydan sonra çok geçmedi, vezir öldü ve Ebû Muhammed el-Kettân onun cenazesinde bulundu. İbn Arabi Kurtuba’da bulunan bu şeyhin yanına da arkadaşı Bedrül- Habeşi ile gidip geldiklerini ve onun maneviyatından istifa ettiklerini bildirir.
Kurtuba’da yerleşik olan Ebû Muhammed Mahlûf el- Kabai/el-Kabâyilî’nin, kısa görüşmelerine rağmen sürekli zikir ve dua hali İbn Arabi’yi derinden etkiledi. Babasını, duasını almak için ona götürdü, yanında ikindi namazını kıldıktan sonra yemek yediler. Eve döndükten sonraki gece rüyasında bir insan topluluğu gördü ve içlerinden konuştuğu kişinin Hûd (as) olduğunu öğrendi. Sorduğunda hepsinin Ebû Muhammed için geldiklerini öğrendi. Ertesi gün Ebû Muhammed’in hastalandığı haberi geldi ve birkaç gün geçmeden şeyh dar-ı bekâya irtihal etti.
Kurtuba’da görüştüğü diğer kişiler Ebû Abdullah el- Ferrân ve Yusuf b. Sahr’dir
7. Runde/Ronda (Endülüs/İspanya)
Dağların şeyhi (şeyhu’l-cibâl) diye nitelediği Ebû Abdullah Muhammed b. Eşraf er-Rundi ile Şezûne’de karşılaştılar ve onun firaset sahibi, hüzünlü yapısı, çok namaz kılan ve oruç tutan halinden etkilendi. Bu şehirde karşılaştığı bir diğer kişi de ehl-i fütüvvet’ten Ebû ishâk el-Kanûnî’dir.
8. Bâğa (Endülüs)
Bağa’da tanıştığı Ebû Abdullah b. Bistâm el-Bâgî, çok Kur’an okumakla meşhurdur.
9. Karmûne/Carmona (Endülüs/İspanya)
Karmûne’de tanıştığı Yûsuf b. Yağzî de çok Kur’an okumakla meşhur bir zaattır.
10. el-Cezîretü’l-Hadrâ (Endülüs)
Ebû İshak İbrâhîm b. Ahmed b. Tarîfü’l-Abesî, Ebû Abdullah el-Kuraşî’nin şeyhi olup aslen Mısırlıdır. Güzel ahlaklı, ılımlı ve hakkı söylemekten hiçbir zaman çekinmeyen bir yapıya sahiptir. Uzleti çok istemesine rağmen mesleği dolayısıyla buna imkan bulamadı. Toprak ve seramik türü bardak çanak satardı. Bununla birlikte sufilere ait birçok kitap istinsah etti, çünkü öğrenmeye çok meraklı ve düşkündü. İbn Arabi onu dostu Abdullah Bedrü’l-Habeşî ile birlikte 589/1192 tarihinde Cebel-i Tarık’ın Endülüs tarafında yer alan el-Cezîretü’l-Hadra’daki evinde ziyaret etti ve bir kez de Cebel-i Tarık boğazının Kuzey Afrika tarafında yer alan Sebte şehrinde onunla buluştu.
İbn Arabi, Endülüs’teki bu seyahati ile gelişme ve fikri olgunluğa erme noktasında önemli bir mesafe aldı. Bundan sonra İbn Arabi’nin uğrak yerleri genel hatlarıyla Kuzey Afrika (Fas-Tunus-Cezayir), Mısır, Hicaz, Irak, Anadolu (Konya, Malatya, Sivas, Kayseri) ve son olarak Halep üzerinden Şam (Dimaşk) oldu. Ahir ömrünü Şam’da geçiren İbn Arabi, orada vefat etti (638/1240) ve Kasiyun dağının eteğine defnedildi. Kabri şu an Osmanlılar döneminde yapılan bir türbe içerisindedir.
Cafer Karadaş
Kültür dergisi Sayı: 8