Kültür - Sanat

Mahmud Esad Coşan: Yeni kamerî bir yıla girdik. Yeni bir yıl bu, taptaze bir defter önümüzde…

Es-selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühû!

Allah-u Teâlâ Hazretleri hem dünyada hem ahirette her türlü hayırlara, mutluluklara, güzelliklere nail eylesin, vasıl eylesin, sahip eylesin. Cennetiyle, cemâliyle cümlenizi müşerref eylesin.

Hicrî Yılınız hayırlı olsun, uğurlu olsun, sevaplı olsun, faideli olsun, gönlünüzce olsun. Allah-u Teâlâ Hazretleri bu yılınızı ve bundan sonraki mütebaki bütün yaşantılarınızı, ömürlerinizi hayırlı eylesin, mutlu eylesin. İki cihanda aziz ve bahtiyar olun.

Takvimler

Biliyorsunuz, bizimle ilgili iki çeşit takvim var. Tabii takvim meselesine ansiklopedik bilgi olarak girecek olursak, çok çeşitli takvimler var. Türklerin kullandığı 12 hayvan yıllı takvim var; tavşan yılı vs. İranlıların kullandığı takvimler var. Avrupalıların kullandığı takvimler var. Onların da çeşitleri, alt dalları var. Ama kısaca söylemek gerekirse, insanoğlu bu yaşantısında zamanı ölçmek için iki ölçü kullanmış: 1. Güneş. 2. Ay.

Bazıları, Dünyamız Güneş’in etrafında dönüyor ya, işte bir dönüşün tamamlandığı zamana bir yıl demişler. Bu 365 gün tutuyor. Biz şimdi bunu kullanıyoruz. Ama daha önceleri bunu Avrupalılar kullanıyorlardı. Biz kamer, Ay yılını kullanıyorduk.

Kamer yılında esas Ay’dır. Ay’ın batı tarafından, Güneş battıktan sonra ilk defa yeni hilal, nev hilal olarak göründüğü zamandan, tekrar yeni hilal olarak görününceye kadar geçen zamana bir ay demişler. Tabii zaman geçerken ne oluyor arada? Hilal gittikçe büyüyor, kalınlaşıyor, yükseliyor; iki hafta geçtikten sonra kocaman tepsi gibi dolunay oluyor. Ondan sonra, dolunay olduktan sonra da tekrar azalıyor, azalıyor… Sabahları doğu tarafında ince olarak görüyoruz. Derken bir iki gün görmüyoruz. Sonra batı ufkunda tekrar yeni hilal görüyoruz.

İşte bir yeni hilalden, bir sonraki yeni hilale kadar geçen zamana, kamerî ay deniliyor. Kamerî aylar bizim için dinî bakımdan önemli. Onun için biz, kamerî aylara dinî bakımdan bağlıyız. Bir kere Ramazan ayımız kamerî bir ay. Ramazan’ı kollamak, takip etmek için, kamerî ayları kullanmış dedelerimiz. Ramazan’dan evvel üç aylar, Receb, Şaban var. Sonra Peygamber Efendimizin doğumu kandili, Regaib kandili, Berat kandili, Miraç kandilimiz var. Kadir gecesi var. Sonra hac var. Hac da kamerî aylara bağlı. Zilhicce ayının onunda Kurban Bayramı oluyor. Zilhicce’nin dokuzunda Arafat’a çıkması lazım hacıların. Binaen aleyh, bizim dinî yaşamımız kamerî yıla göre, kamerî aylara göre oluyor.

Kamerî ayların günlerine bağlı ibadetlerimiz var. Mesela, kamerî ayların dolunay geceleri, yâni kamerî ayın 13’ü, 14’ü, 15’i. Ayın on dördü gibi diyoruz ya, ayın böyle yusyuvarlak dolunay olduğu, tepsi gibi olduğu zaman. O günlerde, daha doğrusu o gecelerin gündüzlerine eyyâm-ı biyz deniliyor. Biyz, beyaz kelimesinin çoğulu. Eyyâm-ı Biyz ne demek? Beyaz günler demek. Yani gecelerinde mehtap olduğu için beyaz denmiş.

Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, o mehtaplı gecelerin gündüzlerinde, eyyâm-ı biyz’da hep oruç tutmuş, mutlaka oruç tutmuş. E ne yapmamız lazım? Bizim de bir Arabî ayı takip etmemiz lazım! “Arabî ayın biri, bak hilal göründü… İşte ikisi, üçü, dördü… İşte ayın yedisi oldu, bak ay yarımay şeklinde görülüyor. İşte dolunay oluyor, bak ay yusyuvarlak çıkıyor.” diye o zaman, dolunay zamanlarında, ertesi sabahları oruca niyet etmek lazım! On üçü, on dördü, on beşi Peygamber Efendimiz hep oruç tutmuş.

Bayramlarımız öyle. Kurban Bayramımız, Ramazan Bayramımız kamerî takvime göre hesaplanıyor. O halde kamerî ayları takip etmemiz lazım!

Ben bunun bir kolaylığını size söyleyeyim! Ne yapabilirsiniz kamerî takvimi takip etmek için?

Takvimi alırsınız. Takvimde kamerî ayın birinci günü oldu mu, Kur’an-ı Kerim’in birinci cüzünü okursunuz. O gün hep birinci cüzle ilgili konuşmalar yaparsınız, çalışmalar yaparsınız, okumalar yaparsınız. Kültürünüzü o birinci cüze yoğunlaştırırsınız. Birinci cüzle ilgili ayetleri okursunuz, tefsir kitaplarını okursunuz. Böylece okuduğunuz kitaplardan ve takvime bakmış olduğunuzdan, zihninizde kesin çizgiler halinde, “Tamam bugün ayın biri!” diye kocaman belirmiş olur.

Ertesi günü ikisi olunca, Kur’an’dan hangi cüze geldik? İkinci cüze geldik. “Dur şunu okuyayım bugün, buradan ezberimi tazeleyeyim! Unuttuklarımı tekrar ezberleyeyim, hafızamı kuvvetlendireyim!” filan diye ikinci cüzü okursunuz. Kur’an-ı Kerim otuz cüzdür. Arabî aylar da bazan 29, bazen 30 oluyor. Binaen aleyh, Kur’an-ı Kerim’i ayda bir okumaya kendinizi ayarlarsanız, bu bir pratik çare size…

Ayda bir hatmetmeye ayarlarsanız kendinizi, her gün hangi cüzü okuyacaksınız? Arabî ayın kaçıysa, onu… “Arabî ayın 14’ü; tamam, 14. cüzü okuyacaksınız. Arabî ayın 27’isi; tamam 27. cüzü okuyacaksınız.” diye, böyle Kur’an-ı Kerim okuyuşunuza bağlarsanız, dinî kitap okuma çalışmanıza bağlarsanız, o zaman gün gibi bilirsiniz. Bir de biraz merakınız olur da akşamleyin camiye giderken, güneşin battığı tarafa bakarak; sabahleyin camiye giderken, gözünüzü kaldırıp gökyüzüne bakarak kameri takip ederseniz; işte hilal, işte yarımay, işte dolunay… İşte ikinci yarımay, işte eski hilal, köhne hilal… Sabahleyin görünür o, sabahleyin namaza giderken. Bir nev hilal var, yeni hilal var, ay başında görülür. Bir de köhne hilal var. Birisi yeni doğmuş, gittikçe büyüyecek; ötekisi dolunaydan sonra gittikçe küçülen, yok olan ayın son hilali oluyor. Ona köhne hilal deniliyor. Bunları da bilmiş olursunuz.

Böylece, Ramazan’ın başlangıcı ile ilgili gözlemler de yapmak gerekir, onlar da sevap. Onlara da aşina olmuş olursunuz. Her gününüzü de bilirsiniz, eyyâm-ı biyz oruçlarını da tutarsanız. Böylece kamerî takvim ile ilgili bilginiz olur.

Biz yeni kamerî bir yıla girdik. Yeni bir yıl bu, taptaze bir defter önümüzde… İslâm insanın hem ruhuna sıhhat vermek için hem bedenine sıhhat vermek için, hem dünyasını mamur etmek için, hem ahiretini mamur etmek için bir hazinedir. İslâm’a uyan sıhhatli olur. İslâm’a uyan ruhen rahat olur. İslâm’a göre yaşayan uzun ömürlü olur. İslâm’a göre yaşayan insanlar topluluğu, toplumlar mutlu olur; kavga olmaz, çekişme olmaz, hırsızlık olmaz… Dükkânını, tezgâhını bırakır, namaza gider insan. Neden? Hırsızlık yok, gayet rahat. Kimse kimseye yan bakmıyor, herkes herkesin hakkını kolluyor, zenginler fakirlere yardımcı oluyor. Mutlu bir toplum olur. Çünkü İslâm, iki cihanın saadetini insana sağlıyor.

Sevgili kardeşlerim, yeni bir yılın başındayız, yeni bir defter elimizde. Aman bu güzel defterimize, yepyeni deftere, ciltli, yeni kaplanmış, sayfaları pırıl pırıl, köşeleri kıvrılmamış deftere, bu yıl güzel yazılar yazalım! Defterimiz karalanmasın, sayfaları yırtılmasın.

Ahirette insanın ömründen sorgu sual olacak; neler yaptığı ortaya dökülecek, göz önüne serilecek mahşer gününde. Allah yüzünüzü ak eylesin. Defter-i a’malimize güzel ameller işleyerek, sevaplar yazalım inşaallah. Bu defterimiz, bu yeni defterimiz hayırlarla dolsun.

Muhterem kardeşlerim, tabii geçen geçti. Diyor ki İslâm büyüklerinden birisi: “Geçen geçmiştir, yapılacak bir şey yok…” Doğru, hakikaten geçti. Ne yapayım artık ne yapabilirim, yapmadım zamanında, geçti, mazi oldu. “İstikbal, gelecek zaman, onu da bilemiyoruz.” Yani yaşayacak mıyız, istikbâle ulaşabilecek miyiz; onu da bilemiyoruz. Geçmiş geçti, elimizde bir şey yok. İstikbal henüz gelmedi, getirmek için bir şey yok. O zamana çıkmak için de garantimiz yok. O halde nedir bizim için önemli olan? İçinde bulunduğumuz andır.”

Onun için demişler ki: “Geçen elden kaçmıştır, gelecek gaybdır, belli olmaz ne olacağı; senin ancak işte içinde bulunduğun an vardır, onu güzel değerlendirmeye bak!” demişler.

Muhterem kardeşlerim! Zamanın kıymetini bilmek ve zamanı iyi değerlendirmek çok önemli. Onun için aman zamanınızı bir hazine gibi bilin, bir sermaye gibi bilin. Bakın geçen senenizi nasıl geçirdiyseniz geçirdiniz, bu yeni seneyi güzel geçirmeye gayret edin, boşa geçirmeyin; bir.

Ayrıca harama, günaha harcamamak daha önemli; iki. Yani harama dalmaktansa, boşa geçirmek biraz daha ehven, hiç olmazsa boşa geçiyor. Öbür tarafta haram ve günah başkalarına zararlı, kendisine zararlı, ceza çekmeye sebep olacak. Binaenaleyh, harama ve günaha harcamamaya çok daha fazla dikkat edeceğiz. Boşa harcamamaya da çok dikkat edeceğiz; iki.

Muhterem kardeşlerim onun için biz Başarının Prensipleri diye bir küçük kitap yazdık, lütfen o kitabı okuyun! Buna benzer tabii kitaplar var İngilizce yazılmış, Almanca yazılmış, batı dillerinde böyle, kütüphaneleri severseniz, kitapları okursanız, karıştırırsanız göreceksiniz çok güzel kitaplar vardır. Tabii İngilizce biliyorsanız onları okuyabilirsiniz. Çalışmanın prensiplerini öğrenmelisiniz, çalışmalısınız. Çalışmadan olmaz. Çalışmayana hayırlı sonuçlar gelmez ve sevaplar verilmez. Çalışmayana öylece ceza da gelir.

Kur’an-ı Kerim’de buyruluyor ki: “İnsanoğlu neye sa’y u gayret ettiyse, çalıştıysa onun karşılığını görecek, başka bir şey değil.” (Necm Suresi, 39) Yani ahiret için de böyle.

Felyevme lâ tuzlemü nefsün şey’en ve lâ tüczevne illâ mâ küntüm ta’melûn. Bu da Yasin Sûresi’nin dördüncü sayfasının sonundaki ayet-i kerime. Hepiniz belki ezbere biliyorsunuz. Felyevme “Bu mahşer gününde, ahiret gününde, lâ tuzlemü nefsün şey’en hiçbir kişi haksız bir muameleye uğramayacak, zulme uğramayacak. Hakkı verilmeme durumu yok, hakkını alamama durumu yok. Hiç kimse zulme, haksızlığa uğramayacak. Allah haksızlık etmeyecek. Ve lâ tüczevne illâ mâ küntüm ta’melûn Ey insanlar, o zaman işlediklerinizden gayri bir karşılık görmeyeceksiniz.” Yani neyi işlemişseniz onun karşılığını göreceksiniz, işlediğinizin dışında bir karşılık görmeyeceksiniz. Genel hüküm olarak, hayır işlemişseniz, hayırla karşılaşacaksınız; şer işlemişseniz, şerle karşılaşacaksınız. Bir de:

Femen ya’mel miskàle zerretin hayran yerehû, ve men ya’mel miskàle zerretin şerren yerehû. Güneş bir koridora vurduğu zaman, görüyorsunuz zerreler uçuşuyor güneşin şuâında, hüzmeleri arasında. İşte ona zerre derler. O zerre kadar hayrı olan, o hayrın karşılığını görecek. O zerre gibi hafif, küçük bir şey kadar bile şerri olan, şer işlemiş olan, onun da cezasını çekecek. (Zilzal Suresi, 7-8) buyruluyor.

Yani genel bir değerlendirme var. İyilik yapan iyilik bulacak ama, bu genel değerlendirmede inceden inceye, zerre kadar hayırlar, zerre kadar şerler ölçülüp, onun birikimi olan amel terazisindeki sonuç neyse, ona göre onun karşılığını görecek insanlar. O zerre gözünüzün önünden gitmesin muhterem kardeşlerim! Hani damlaya damlaya göl olduğu gibi, bu zerreler birleşiyor birleşiyor büyük sevaplar oluyor. Zerre zerre küçük şerler de birleşiyor birleşiyor, ahirette insanın cehenneme girmesine sebep oluyor.

Onun için, bir anınızı boş geçirmemeye, bir zerre hayrı küçümsememeye, bir zerre şerri de önemsemeyip aldırmamaya kapılmayın, o duruma düşmeyin ve ciddi olun! Ahiretteki hesabı unutmayın! Ahiretteki o hesaba göre zamanınızı iyi değerlendirin! Zamanımız bizim sermayemiz. Bu bir.

Zamanımızı değerlendirmek için formül nedir muhterem kardeşlerim? Diyor ki, Peygamber Efendimizden gelen hadis-i şerifleri bize nakletmiş olan alimler ve dinimizin, sünnet-i seniyyemizin, Kur’an-ı Kerim’in ana manasını anlatan kitaplar: İnsan bilecek, alim olacak, hayrı şeri bilecek, ilim öğrenecek. İlim olmayınca kurtuluş olmaz. Onun için, bilmeye çalışacak, ilim sahibi olmaya çalışacak.

İlim; ilim bilmektir.

İlim; kendin bilmektir.

diye Yunus Emre’nin dediği gibi ilmi öğrenecek ama bir de ilmi hayra kullanmak için öğrenecek, ilmini, bildiği güzel şeyleri uygulayacak, kötü olarak bildiği şeyleri de yapmamaya dikkat edecek.

Buna da ne deniyor? İlmini uygulamak, ilmiyle âmil olmak deniliyor, bu da lazım. Bilgi lazım; ilim… Bilgisini uygulamak lazım; icraat, amel… Sonra, o da yetmez, icraatını ihlaslı yapmak lazım, temiz bir niyetle, halis bir niyetle, dindarâne bir duyguyla yapmak lazım! İhlas olmazsa, Allah amelleri kabul etmiyor. Niyeti güzel olacak, üç. Yani kötü niyetli insan, karşısındakini aldatmak için iyi bir şey yaparsa, ona sevap verilir mi? Verilmez. Çünkü niyet kötü olunca, yapılan iyi şey niyete göre değerlendiğinden sevap alamıyor. “Maksadı kandırmaktı, karşı tarafa şirin görünüp, ondan sonra şu fesadı yapmaktı.” derler, sevabı vermezler. İhlas olacak, iyi niyet olacak.

Bir de dördüncü bir incelik vardır sevgili kardeşlerim: Yaptığın şeyleri ihlaslı da yapsan, yaptığın şey Peygamber Efendimizin tavsiyesine, sünnetine uygun olacak! Sünnetine uygun olmadığı zaman bid’at deniliyor. Bid’atları Allah kabul etmiyor, bid’atlardan kaçınmak lazım! Bid’atların çeşitleri çoktur, her çeşidinden kaçınmak lazım; sünnet-i seniyye-i nebeviyyeye sarılmak lazım! Resulullah gibi olmaya çalışmak lazım! Rasûlüllah Efendimizin sünnetini tam tutmak lazım!

Ahmed-i Yesevî Efendimiz kaddesallahu sırrahu’l aziz ile ilgili konferans vereceğiz diye, kitaplarını evirdik çevirdik, araştırmaları okuduk. En bariz vasfı nedir Ahmed-i Yesevî Efendimizin? Yâni bizim bu bütün Türkistan’a ve bütün Türkiye’ye ve bütün tarihimize tesir etmiş en büyük evliyaullahtan, tarihimizin en büyük simalarından birisi, ne diyor: “İlim, sünnet-i seniyyeye sarılmak ve aşk.” diyor. Yani sarılacaksın, aşk ile şevk ile âşık olacaksın.

Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Hira mağarasına girip de orada ibadet edince Kureyşliler tabii duydular, bildiler, gördüler; Muhammed-i Mustafa, Ebu’l-Kasım Muhammed-i Mustafa aralarına gelmiyor. Nerede? Hira mağarasına çekilmiş. Ne dediler? Aşıka muhammedün rabbehû “Muhammed Rabbine âşık oldu.” dediler. Evet, bu aşk, âşık olmak, aşıklık Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’den bize gelmiştir. Hakikî dindar olan Allah’ın âşıkıdır. Allah’ı sever, Allah için aşk ile, şevk ile, ihlâs ile, sünnet-i seniyyeye uygun olarak çalışır, çabalar. Çalışmamak yok, tembel durmak yok. Tembeli sevmiyor ve çok büyük sorumluluğu, vebali var. Vazifesini yapmayan insanlara, tembel duran insanlara çok cezalar var.

Onun için bilgimizi arttıracağız bu sene. Ana prensibimiz: Her gün bilgimizi arttırmak, bilgimizi uygulamak ve bildiğimizi ihlâsla yapmak ve bilgimizi sünnet-i seniyyeye uygun olarak yapmak ve insanlara faydalı olmaya, ümmet-i Muhammed’e faydalı olmaya çalışmak esasına göre zamanımızı geçirelim!

Niye söylüyoruz? Daha yeni yılın başındayız. Sizlere hatırlatma olsun, şevk olsun, teşvik olsun. Bunu bu niyetle, bu teşvikle, bu şevkle yaparsanız, bütün seneniz sevap olur, ibadet olur, çok sevap kazanırsınız diye düşünüyoruz.

Aşure Günü

İkinci bir husus sevgili kardeşlerim: Aşûrâ günü. Bu Aşûrâ sözünün her hecesi uzun: À-şû-râ’. Sonunda da hemze var.

Bu bir dinî gündür. Aşure günü de çok önemlidir. Tabii tarihî bir değeri var, dinî bir değeri var. Aşure günü nedir? Àşûrâ günü, biz Aşure diyoruz, kısa söylüyoruz, Muharrem’in 10’udur. Muharrem’in 10’u önemli. Dinî önemi var. Hazreti Aişe-i Sıddîka Validemiz radıyallahu anhâ bildiriyor ki: “Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Mekke’deyken Aşure gününde oruç tutardı. Yani Muharrem’in 10’unda oruç tutardı.”

Kureyş de Aşure gününe hürmet ederdi. Tabii Kureyş netice itibariyle kim? Hazreti İsmail aleyhisselamın, İbrahim aleyhisselamın nesli. Yani İsmail aleyhisselam vasıtasıyla İbrahim aleyhisselamın Hicaz’da neşv ü nema bulan, gelişen mübarek nesli. Arkasından o nesilden, o soydan Peygamber-i Zîşânımız geliyor. Şimdi tabii bu Kureyş peygamber soyu olduğu için, netice itibariyle peygamberlerin hayatlarında, tarihinde mühim olan olayları az çok an’anevî olarak kulaktan dolma da olsa biliyorlardı.

O Kâbe’ye de hürmet ediyorlardı, Kâbe de tabii, İbrahim aleyhisselamın binası, İsmail aleyhisselamın binası. Kâbe’ye de hürmet ediyorlardı da tabii şaşırdılar, sapıttılar da Kâbe’yi putlarla doldurdular. Yani Hazreti İsmail aleyhisselam, İbrahim aaleyhisselam putları emretmedi onlara. Ama onlar şaşırdılar. İbrahim aleyhisselam putları kırdı, sonra İbrahim aleyhisselamın İsmail aleyhisselamdan gelen nesli Kâbe’yi putlarla doldurdu. Bu neyi gösteriyor? İyi yolda olan topluluklar dikkat etmezlerse, ayakları kayıp kötü yola düşebilirler.

İbrahim aleyhisselam Nemrud’un zamanında onların puthanesine giriyor, putları parçalıyor, parça parça ediyor… Sonra onun neslinden gelen Kureyş kavmi, Kâbe’yi üç yüz altmış tane putla doldurmuşlar. Lât, Uzzâ, Menât, Hübel vs. çeşitli putlarla Kâbe’yi doldurmuşlar. Bu ibretli bir şeydir.

İsa aleyhisselam, insanları Allah’ın varlığına birliğine çağırmış; bugün puta tapınıyorlar. Bu bir yanılmadır. Demek ki insanlar yanılabilir.

“E onlar yanılıyor, biz yanılamaz mıyız?”

Aziz ve sevgili kardeşlerim! Yeni bir senede bu sözün üzerinde, sorunun üzerinde durun.

Şaşırmamaya dikkat edelim!

Şaşırmamanın çaresi nedir? Öze dönmektir, Kur’an’a dönmektir, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin sünnet-i seniyyesine yapışmaktır.

Kureyş tutarmış Muharrem’in 10’unda orucu, Peygamber Efendimiz de tutarmış. Peygamber Efendimiz Medine-i Münevvere’ye geldiği zaman bakmış ki, orada Yahudiler de tutuyorlar. Kureyş tutuyordu, Kureyşliler Yahudi değil. Medine’ye geldiği zaman Yahudi kabileler vardı Medine’de. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem baktı ki onlar da tutuyorlar Muharrem orucunu. Sordu onlara, dedi ki: “Niye tutuyorsunuz?” Onlar da dediler ki: “Bu Musa aleyhisselamı Allah’ın galip getirdiği, zuhura getirdiği gündür. Ve benî İsrail Benî İsrail’i kurtardığı gündür.” Kime karşı? Alâ kavmi fir’avn: Firavun kavmine karşı galip eylediği, Firavun’u helak eylediği, Musa aleyhiseelam’ın etrafındaki müminleri kurtardığı gündür. Biz de bugüne hürmeten böyle oruç tutuyoruz.” deyince; bakın, Peygamber Efendimiz çok mühim bir söz söylemiş cevabında. Buyurdu ki: “Musa’ya biz sizden daha layık, daha yakın, daha sevgili ve onu daha çok benimseyen kimseleriz.” dedi.

Biz Musa aleyhisselama daha yakınız. Neden? Musa aleyhisselam Allah’ın peygamberidir, Allah’ın emrettiklerini yerine getirmiştir. Peygamber Efendimiz de Allah’ın gönderdiği son peygamberdir, Allah’ın emirlerini yerine getirmiştir. Biz Müslümanlar Hazreti İsa’ya daha yakınız, biz Müslümanlar Hazreti Musa’ya daha yakınız. Onun için Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Biz sizden daha yakınız Musa aleyhisselama, tabii biz de tutarız.” dedi ve bu Aşure gününde oruç tutmayı emretti.

Yalnız bir incelik vardır: Biz eski hak dinlerden, hak peygamberlerden gelen bazı güzel şeyleri devam ettirebiliriz ama, yine de biz herhangi birisinin taklidi değiliz, onlardan yine farklıyız. Onun için, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz onlara benzemeyelim diye emretti ki: “Ya dokuzu ve onunu tutun, ikisini birden yahut da onunu ve on birini tutun!” Böylece tam onlar gibi olmasın, bizim onlardan farklı olduğumuz belli olsun.

Onun için Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz böyle bir gün fazlasıyla Aşure orucu tutmayı emretmiş. Hadis-i şeriflerde böyle tavsiye ediliyor.

Evet, Aşure gününde oruç tutulabilir. Tabii bir hafta sonra olduğu için biz şimdiden size onun hatırlatmasını yapıyoruz.

10 Muharrem

Şimdi bir husus daha var sevgili kardeşlerim: Bu Aşure günü, 10 Muharrem bir başka tarihi olayı da bizim kalbimize getiriyor, hatırımıza getiriyor. Acı bir olay da var. İslâm tarihi içinde maalesef. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin sevgili torunu, kucağına alıp, öpüp bağrına bastığı Hazreti Hüseyin Efendimiz; Hazreti Fatımatu’z-Zehra ile Hazreti Ali Efendimizin mübarek oğlu Hazreti Hüseyin Efendimizi, Kûfe ahalisi, “Gel, seni halife yapmak istiyoruz, Müslümanların başına sen halife ol Hazreti Ali Efendimiz gibi.” diye, onu halife seçmek için davet ettiler.

O da davete icabet etmek üzere giderken Kerbela denilen yerde Emevîler, Yezîd ibn-i Muaviye’nin komutanları emriyle onun yolunu kestiler ve Hazreti Hüseyin radıyallahu anh Efendimizi mübarek hanımlarıyla, masum evlatlarıyla, fedakâr, vefakâr arkadaşlarıyla, kafilesindeki mücahid taraftarlarıyla orada, Kerbela’da şehid ettiler 10 Muharrem günü. Tabii bu da Allah’ın bir hikmeti.

Tabii Peygamber Efendimizin mübarek torunu Hazreti Hüseyin’in, o günde şehid olması da Allah’ın hikmeti. Yani başka bir günde değil de böyle bir mübarek günde şehid etmişler onu. Tabii, çok seviyoruz Hazreti Hüseyin Efendimizi… Bu Aşure günündeki matem merasimleri yoktur. Biz şehid olanlardan şefaat isteriz. Ruhlarına Fatihalar okuruz, hatimler indiririz, severiz, gözyaşı dökeriz ama, onun bir ölçüsü vardır, o ölçü içindedir. Ve onu bir matem günü olarak düşünülmez.

Eğer matem günü olarak düşünülmesi gerekseydi her pazartesi günü matem günü olması lazımdı. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, pazartesi günü vefat etmişti. Ebubekir-i Sıddîk Efendimiz de temenni edermiş, dermiş ki: “Ne zaman vefat etti Peygamber Efendimiz? Pazartesi günü. Ben de temenni ediyorum ki, pazartesi günü vefat edeyim!”

Hazreti Ebubekir-i Sıddîk hem pazartesi günü vefat etmiş hem de Peygamber Efendimizin yaşı gibi altmış üç yaşında vefat etmiş. Yâni hem yaş bakımından hem ölüm günü bakımından Efendimize, her bakımdan uymak istiyor, tabii çok mübarek insan, pazartesi vefat etmiş.

Binaenaleyh yani sevdiğimiz insanların şehid edilmesi, vefat etmesi günlerini matem günü alacak olursak başta tabii pazartesi gününü matem günü edinmemiz gerekirdi. Halbuki dinimizde Peygamber Efendimizin tavsiyesi vardır: Pazartesi perşembe oruçları çok sevaplı diye oruç tutuyoruz, öyle değerlendiriyoruz.

Aşure Günü Orucu

Hazreti Ali Efendimiz radıyallahu anh’den rivayet edilmiş, rivayetler de Abdülkadir-i Geylanî Efendimiz, o da Hazreti Ali Efendimizin evladındandır, sülâle-i tahiredendir, âl-i Resuldür.

Kâne aliyyün radıya’llàhu anhu ye’müru bi-siyâmihî diyor kitabında. “Hazreti Ali Efendimiz Muharrem ayında, Aşure gününde oruç tutmayı emrederdi. Ve kàlet lehüm àişete radıya’llàhu anhâ: Men ye’mürüküm bi-savmi yevmi âşûrâ? Bunun üzerine, Hazreti Aişe sormuş oruç tutanlara: ‘Size bu Aşure gününde oruç tutmayı kim söyledi bakalım?’ diye.

Kàlû: Aliyyun radıya’llàhu anh Hazreti Ali Efendimiz söyledi demişler. Kàlet: İnnehû a’lemü bi-men bakıye bi’s-seneh. Buyurmuş ki: “O senenin öteki aylarını, günlerini en iyi bilen insandır. Yani hangi ayları, hangi günleri mühimdir, hangi günleri sevaplıdır, hangi günleri oruç tutulacak, bilir.”

Demek ki onların içinden Aşure gününde oruç tutmayı tavsiye ettiğine göre ve biz de Muharremin Aşure günü oruç tutmayı Peygamber Efendimizin tavsiyesi olarak, ayrıca Hazreti Ali Efendimizin tavsiyesi olarak tutarız. Tabii seferde oruç tutmak mecburiyet değil ama, kim bilir belki o Kerbela şehidleri içinde de oruçluyken böyle şehid olmuş olanlar vardır.

Yine Hazreti Ali Efendimiz radıyallahu anh ve kerremallahu vecheh’den rivâyet edilmiş. Buyurdu ki Hazreti Ali Efendimiz: Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlar: “Kim Aşure gecesini ibadetle ihyâ ederse, Allah da onun hoşuna gidecek şekilde, onu ihyâ edecek ihsanlarda bulunur.”

Demek ki Hazreti Ali Efendimizin tavsiyesini tutarak, Cafer-i Sadık Efendimizin yolundan yürüyerek, bu Aşure gününün orucunu tutmaya da gayret edelim! Cuma müminlerin güzel günüdür, haftanın bayramıdır diye, cuma günü doğrudan doğruya oruç tutmak doğru değildir ama, perşembeden oruç tutulursa cuma günü de eklenebilir. Cuma günü oruç tutulursa cumartesi de eklenebilir. O zaman, devamlı bir orucun bir günündeki parçası olmuş olduğundan, bir mahzur da olmaz.

Demek ki oruç tutmayı, tutarsanız sevaplı olacağını hatırlatmış olduk. 9 Muharrem’de oruç tutun, 10 Muharrem’de oruç tutun! Veyahut 10 Muharrem’de, 11 Muharrem’de, oruç tutun!” demiş oluyoruz. “Gafil olmayın, gecenizi ibadetle değerlendirin!” diyoruz.

Tabii Hazreti Hüseyin Efendimize, o şehid-i Kerbela büyüğümüze de dualar edin, onun şefaatini isteyin, ruhuna hatimler indirin! Allah nasip ederse sağ olursak, burada olursak veyahut siz nerede olursanız olun, Hazreti Hüseyin Efendimizle ilgili konuşmalar yapılsın camilerde, toplantılar yapılsın! Hatimler indirilsin, zikirler yapılsın, ruhaniyetine istimdat edilsin!

Allah-u Teâlâ Hazretleri o büyüklerimizin sevgisine, şefaatine, iltifatına, teveccühüne sevgili kardeşlerim, cümlemizi nail eylesin. Onlarla beraber bizleri de cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin.

Biliyorsunuz Fâtıma Anamız cennetliktir. Peygamber Efendimiz müjdelemiştir. Allah Fâtıma Anamızla cennette bizi buluştursun. Hazreti Ali Efendimiz şehiddir, cennetliktir, Aşere-i Mübeşşere’dendir; cennette buluştursun. Hazreti Hüseyin Efendimiz şehiddir, cennetliktir; cennette bizi onlarla beraber eylesin, buluştursun. Ebubekir-i Sıddîk Efendimiz, tabii hulefâ-i râşidînimiz, evliyaullah büyüklerimiz tabii, şehidler, alimler, fâzıllar, başımızın tâcıdır. Allah-u Teâlâ Hazretleri bizi onların yolundan ayırmasın. Onların sevgisini kalbimizden eksik etmesin.

Hazreti Ali Efendimiz nasıl yaşadıysa, Cafer-i Sadık Efendimiz nasıl yaşadıysa; Hazreti Hüseyin, Hasan Efendilerimiz, Fatımatu’z-Zehra Anamız nasıl yaşadılarsa biz de onlar gibi Kur’an üzere, sünnet üzere, takva üzere, Allah’ın rızası yolunda, bid’atlardan uzak, ibadet ve taatle ömrümüzü geçirelim!

Allah-u Teâlâ Hazretleri bizi iki cihanda bahtiyar eylesin. Ahirette de o mübarek büyüklerimize kavuştursun. Onlara cennette komşu eylesin. Cümlemizi cennetiyle, cemâliyle taltif eylesin, müşerref eylesin. Mükâfatlarına gark eylesin. İki cihanda saadete nâil eylesin.

Es-selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühû!

Mahmud Es’ad Coşan

Cuma Sohbetleri / 02.06.1995

Kaynak

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu