Kültür - Sanat

İnsan aziz olduğu kadar da aciz

Günümüz dünyasında eşyadan insan bedenine kadar her alanda mükemmelliğin kutsandığı ve dört bir yana ihtirastan heykellerin dikildiği anlara şahitlik ediyoruz. Eşyada görülen bir çizik, hafif bir yıpranma veya moda(!) tabiriyle eskitilen bir telefon tüketim kültürünün birer müridi haline gelen insanı ‘daha yenisi ve güzeli ile değiştirilmeliyim’ düşüncesiyle esir alabiliyor.

Zihinlerde zerk eden ‘sen her şeyin en güzeline ve en iyisine layıksın’ aldatmacası ise kişinin nefsini üstün görerek kendine tapar bir hâle gelmesine neden olabiliyor. Çoğu zaman modern insanı, hayatıma dahil olan herkes ve her şey en iyi olmalı fikriyle daha fazlası için hep bir çaba içinde talepkâr buluyoruz. Onda var olan bu hep en gözde ve seçilmiş olana kendisinin lâyık olduğu düşüncesi ise onu kendisi ve çevresiyle hatta yaradanı ile iletişimini bozacak seviyeye getiriyor. Bu noktadaki muhteris kişi kendisini yücelterek hayatta herkesten ve her ortamdan alacaklı bir tavır içine giriyor ve bencilliğin o nobran hallerini takınabiliyor. İnsan çoğu zaman kendi acziyetini unutarak şahitlik ettiği şeylerin sahipliğine soyunabiliyor. Modern zamanların sloganı olan “Sahip olduğun kadar varsın!” telkinleriyle dünyevileşmeyi hayatının her alanına dahil edebiliyor.

En ufacık bir virüs karşısında tepetaklak olabilen, kendi bedeninde hiçbir organına hükmü geçmeyen insan, dünyaya hükmetmeye kalkarak hadisatın akışına kafa tutabiliyor. Bazen de neden benim istediğim gibi olmadı sorgulaması ile kusur gördüğü ama arka planını göremediği şeyler için üzüntü duyabiliyor.

Burada insan ruhuna şırınga edilen “anın tadını çıkar” düşüncesi ile ahiretin devre dışı bırakılarak ölümün unutturulduğu bir hayat algısının payının çok fazla olduğunu görüyoruz. Oysa biz biliyoruz ki, insan aziz olduğu kadar da aciz. Ve her canlı gibi bir gün misafir olduğu bu iki kapılı handan asıl yurduna göç edecektir. Ama nedendir bilinmez ötedeki cenneti bu dünyada yaşama isteği hep capcanlı. Ebedi âlemden dem vuranlar da bile bu sabırsızlığı görebiliyoruz. Şairin ifadesi ile “Burası dünya, ne çok kıymetlendirdik oysa bir tarla idi ekip biçip gidecektik.” derken insanın asıl amacını unutarak, dünyanın albenisine aldanıp farklı hayaller peşinde nefes tükettiğini görüyoruz. Ömürden giden her bir saniyenin hesabının verileceği bir âlemin varlığına inananlar olarak, çoğu zaman ilahî kamera hayatın içinden çıkartılabiliyor. Sağ ve sol omuz sakinleri unutularak her an peşinde olan eceli düşünmeden, dünyanın peşine düşülebiliyor. İhtiyacının değil, ihtirasının sınırsızlığı karşısında âdemoğlu yenik düşüyor. Çoğu zaman, zamanın ruhuna uyma modası ile başlayan, dünya malına ve makamına talip olma isteği kişiyi, her şeyini gözden çıkarabildiği bir noktaya getirebiliyor. Bizden olmayan bir yerlerden empoze edilen modernliğin çarkları arasında hiçleşen insanı, ancak ölüm düşüncesinin varlığı dengeye getirebilir. Efendimizin “Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsa, bir üçüncüsünü ister. Âdemoğlunun karnını (gönlünü) topraktan başka bir şey doldurmaz.” Buyurduğu hadis-i şerifinde de gördüğümüz gibi insan tabiatındaki hırs ve tamahkârlığı ancak ölümün durdurabileceğini anlıyoruz. Bu noktada ölümü sadece sessizler diyarı olan kabristanlarda değil, aldığımız her nefesi verememe ihtimalinde de hatırımızda tutmalıyız.

Bir de biyolojik hijyen kadar kalbimizin, karnımızın ve kafamızın da arınma ihtiyacı var. Kanaat ve sabrın şifalı ellerine kendimizi teslim ederek ruhumuzda huzurun sökün etmesini sağlamak gerekiyor. Nimeti sıradanlaştırmadan ona karşı içimizde hep diri duracak bir şükran duygusunun varlığı ile mümkün olacak ancak. İnsan hakiki manada dünyanın cezbedici hallerinde güdülerine hayır diyebildiği ve iradesinin hakkını vererek kendi otokontrolünü sağlayabildiği oranda insan kalıp özgürleşecektir. Halden hale evrilen insanoğlu kendi emanetçiliğinin farkında olarak “sahip olmaya” değil, “olmaya” talip bir tevekkül insanı olabildiğinde gerçek huzura erecektir.

Yazımızı Efendimizin çok sık yaptığı rivayet edilen bir duayla bitirelim: “Ey kalpleri çeviren (Allah’ım)! Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl.” (1)

Kaynakça:

1-Hadislerle İslam, DİB Yayınları, Ankara, 2013, Cilt No-3, Sayfa 59.

Source link

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu