Hangi Ahmet Haşim?
Edebiyat tarihçileri için ilk sembolist, İslamcı camia için “Müslüman Saati” metninin yazarı, naif kalpler için “Melali anlamayan nesle aşina değiliz” dizesinin sahibi olan Ahmet Haşim, iyi bir şair olduğu kadar iyi bir düzyazı yazarıdır aynı zamanda.
Bursa için de ayrı bir önemi vardır Haşim’in. “Gurebahane-i Laklakan” başlıklı metniyle tarihe düştüğü notlar, Bursa halkının garip leyleklere ve dolayısıyla hayvanlara nasıl bir merhamet bakışıyla baktıklarının tescili olmuştur. Bu tescili sağlayan yazı da, Haşim’e ait bir düzyazıdır yine.
Bilenler bilir ki şimdilerde Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu üyesi sıfatını taşıyan Dr. İbrahim Demirci’ye ‘Dr.’ unvanını kazandıran akademik çalışma “Muhteva ve Şekil Hususiyetleriyle Ahmet Haşim’in Nesir Dünyası” başlığını taşır. 2007 yılında Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü tarafından kabul edilen hacimli çalışma, Ebabil Yayınları tarafından Eylül 2017 yılında kitap olarak basıldı.
İyi bir şair, iyi bir çevirmen ve titiz bir araştırmacı olarak tanıdığımız İbrahim Demirci’yi, Yeni Şafak gazetesinde İbrahim Kardeş müstearıyla yazdığı “Dil Burcu” köşesindeki yazılarından da tanıyor kamuoyu.
İbrahim Demirci’nin bu titizliği, “Ahmet Haşim’in Nesirleri” başlığıyla kitaplaşan doktora çalışmasında da göze çarpıyor. Kitap okunup bitirildiğinde insan kendisini “Acaba Haşim’e dair eksik bir şey kaldı mı? Kalması mümkün mü?” derken yakalıyor.
Ahmet Haşim dine nasıl bakar?
Kitap, Haşim’i etraflıca tanıtıyor, eksiksiz bir Haşim portresi çıkarıyor ortaya. Bu portre, biraz da ezber bozan bir portre aslında. Mesela, naifliğine bakarak dini hassasiyetlerinin olabileceğini düşündüğümüz Ahmet Haşim’in dine uzak duran biri olduğunu öğrenmek, en azından benim için, şaşırtıcı bir durum. Kitapta Haşim’in dini inançlara bakışını anlatan “Ahmet Haşim, vahyi bir bilgi kaynağı saymadığı için mesela Anatole France’tan söz ederken “Fransız dehasının son peygamberi demekte bir beis görmez.” (s.33) cümlesi, Haşim’e naifliği dolayısıyla dindarlığı yakıştıranlar için tam bir hayal kırıklığı.
Yine aynı sayfada namaza dair “Sporun “yeni bir namaz şekli olarak herkese şamil ol”masından söz edilebilir.” (s.33) cümlesi, ikinci bir şaşkınlık sebebidir bu beklentide olanlar için.
Atina pis bir şehirdir
Kitabı okurken Batı düşüncesine hayran olduğunu anladığımız Ahmet Haşim’in, Batı düşüncesinin kendini yaslandırdığı Yunan düşünce okullarına bakışı da yine çok farklı ve elbette aykırı bir bakıştır: “Kadim Yunan’ın güzelliğine dair yazılan şeylerin ekserisi, uydurmadır. Bir İngiliz müverrihine göre eski Atina, dar ve pis sokaklardan, penceresiz evlerden müteşekkil sıkıntılı bir şehir. Perikles muasırları ise, berber dükkânlarında, meydanlarda, bütün gün gevezelikle vakit geçiren bir şarlatan kalabalığından başka bir şey değildi.” (s.111) cümleleri, Ahmet Haşim’in kalemiyle çizdiği Eski Yunan portresidir.
Köleler olmasa Yunan düşüncesi olmazdı
Ama bu Eski Yunanistan portresinden belki daha da önemlisi, yine aynı sayfada yer alan şu cümlelerdir: “Eski Yunanistan’da büyük bir sanat medeniyeti vücuda geldiyse, bunu Yunanîler süflî işlerde kullandıkları esirlere borçludur. Esirler dağda, tarlada çalışır, efendiler şehirde şiir söyler, heykel yontar, mabed kurardı.” (s.111)
Haşim’in bize bakışı nasıl?
Özellikle düzyazılarında Batı’ya, Batı’da da Fransızlara hayranlığını sık sık ifade eden Ahmet Haşim, Demirci’nin “(…) Yazılarında İslam ve Doğu kaynaklarına başvurma, bu kaynaklardan yararlanma, yok denecek kadar azdır.” biçimindeki ifadesinden anlaşıldığına göre, sıra İslam ve Doğu kaynaklarına geldiğinde birden değişir, soğur ve bu kaynaklara karşı alabildiğince uzak bir duruş sergiler. Mesela, bazı kaynaklarda cahil de olsa halk irfanının temsilcisi kabul edilen Karagöz, Ahmet Haşim için “(…) Türk esnafının hilede, bönlükte, kahkaha ve kıyafette timsalidir.” sadece. (s.113)
Haşim’in Karagöz’e karşı bu acımasız ve uzak bakışı, sadece Karagöz’le sınırlı değildir yazık ki. Haşim’in, Yunus Emre’yi bile tanımadığını, onu Nasrettin Hoca gibi, Karagöz gibi nüktedan biri sandığını hayretle öğreniriz kitaptan ve elbette bu bizi şaşırtır.
Zikzak çizen bir Haşim
Haşim, bir türlü bitmeyen gelgitlerin adamıdır aynı zamanda. Dr. İbrahim Demirci’nin “Ahmet Haşim’in Nesirleri” başlıklı kitabında Haşim’in bu yönü de çarpıcı örneklerle anlatılmış. Mesela 1922 yılında yazdığı bir yazıda “Süleyman Nazif ve yârânı gibi hortlakların ahları, enînleri, feryatları ve kahkahaları”nın “uğursuz karga sesleri halinde duyuldu”ğundan söz eden Ahmet Haşim’i, 1926 yılında yazdığı bir yazıda Süleyman Nazif’i “Fakat eski Mısırlı nâhitler gibi granit üzerine yazan Süleyman Nazif…” (s.231) derken görürüz.
Kitabın yazarı İbrahim Demirci’ye göre Haşim’in bu tavır değişikliğinin sebebi ne estetik kaygı ne de edebiyat gayretidir. Bu değişikliğin sebebi kitapta “Ahmet Haşim’deki bu kanaat değişikliğinin Süleyman Nazif ile şahsi münasebetlerine bağlı olduğu tahmin edilebilir.” (s.231) şeklinde açıklanır.
Birkaç dönemi birden yaşayan bir aydın
1887 yılında Bağdat’ta doğup 4 Haziran 1933 yılında İstanbul’da hayata gözlerini yuman ve bazı eleştirmelere göre nasirliği şairliğinden daha üstün olan Ahmet Haşim, Osmanlının Tanzimat sonrasına denk gelen çalkantılı kültür, edebiyat ve inanç dünyasında yetişip Cumhuriyetin ilk yıllarını da idrak eden ve dolayısıyla birkaç dönemi birden yaşayan bir aydın kuşağının temsilcisidir aynı zamanda.
Ebabil Yayınları’nın yüz doksan üçüncü kitabı olan İbrahim Demirci imzalı bu kitap, Haşim’in şahsında bir dönemin inanç, kültür ve edebiyat dünyasını tanıtan ciddi bir kaynak olmuş. Kitapta Serafim Rizos Efendi’den Hüseyin Sîret’e, Halide Edip’ten Halit Fahri Ozansoy’a kadar o dönemin birçok yazar ve şairinin isminin geçtiği ve bu yazar -şairlerin düşüncelerinin/tartışmalarının da yansıtıldığı düşünüldüğünde, bu hacimli çalışmanın önemi daha iyi anlaşılır sanırım.
İbrahim Demirci, Ahmet Haşim’in Nesirleri, Ebabil Yayınları
Ahmet Serin