Görmesen de etkiler seni Mahir İz!

Lise yıllarında amcamın kütüphanesinde bir kitap ilgimi çekti: “Din ve Cemiyet”. Amcam Selahaddin Bey Bursa’da merkez camilerden birinde imamdı ve sıradanlığı aşmış bir karakterdi. Hutbesi hutbe, sohbeti sohbet, eski hocaları görmüş, onların rahle-i tedrisinde bulunmuş bir isimdi. Onun zihni hep din ve cemiyet irtibatıyla meşguldü. Kütüphanesinde tesadüf ettiğim bu kitap beni şaşırtmadı. İzniyle aldım ve okudum. Derdim kitaptan çok farklı gördüğüm amcamı biraz daha tanımaktı. Bu kitabın müellifi Mahir İz Hoca idi. İlk karşılaşmamız ve bendeki karşılığı amcam üzerinden oldu.
Ey güzel göster yüzünü bana…
Mahir İz Hoca bir daha kendini bize tam beş yıl sonra 2000 yılının sonbahar ve kış günlerinde bir yurt odasında Doç. Dr. İbrahim Erol Özvar vasıtasıyla gösterecekti. O zaman kaldığımız Hacı Muharrem yurdunda öğrencilere danışmanlık yapan Erol Özvar Hoca benim edebiyat tahsilimde belirli duraklara uğramama vesile olan insanlardan biridir. Erol Özvar sayesinde Mahir İz hoca kitabî olarak selamlayacaktı beni. Eser, “Yılların İzi”. Müellifi, Mahir İz. Mahir İz kitabî olarak benimle konuştu diyebilirim, 3 gün 2 gece ihtiyaçlar dışında sadece sohbet ettik. Mahir İz anlattı ben dinledim, o yazdı ben okudum. Sonraları hocalık yaptığım sınıflarda tavrımın belirginleşmesinde Mahir İz hocanın yeri yadsınamaz. Çok yakın öğrencilerime merhumun hatıralarını okumalarını hararetle tavsiye ettim.
Şiir deryası
Erol Özvar hoca Mahir İz merhumun hatıratının yalnızca anlatımdan ibaret olmadığını mükemmel bir şiir külliyatı olduğunu da işin başında söylemişti. Kitapla hemdem olanlar bilir ki kitapla insan, şiire doyuyor bir tür şiir hatm-i meratibi yapıyor. Mahir İz merhum kadim gelenek içinde yetiştiği için cebinde her zaman bir not defteri, yanında da kalemi eksik olmazmış. Bazen öğrencilerimi kadim/bilge dostlarımın yanına götürdüğümden Mahir İz hocayı anlatır ve not tutmaları için teşvik ederdim. Devam eden kaç kişi kaldı bilemem. Nasip denen sığınak yine imdadımıza yetişir burada.
Kayıtlanmalı ki…
Mâhir İz, isminin başına yokluk ifadesi Abdullah da konarak, anne ve baba tarafından ilmiye sınıfına mensup bir ailenin çocuğu olarak 28 Ocak 1895’te İstanbul’da dünyaya gelmiş. Babası, Medîne-i Münevvere, Midilli ve Ankara Kadılıklarında bulunmuş Külâhîzâde es-Seyyid İsmâil Abdülhalîm Efendi; annesi, Şerife Râife Hanım imiş. Mâhir İz’in dedesi Anadolu ve Rumeli Kazaskerleri Müsteşârı olan Mehmed Servet Efendi’dir. Babası çeşitli illerde kadılıkta bulunan Mahir İz kendini fark etiği yıllarda Medine’dedir. 13 yaşındadır. Babasının Medîne kadılığı 19 ay sürer. Gündüzleri ikindi vaktine kadar mektebe giden Mâhir Bey, mektep dönüşü hocası Mahmut Necî Efendi ile ders mütalaalarına başlarmış. Yatsıdan sonra da hocasıyla Arapça dersi çalışırlarmış.
Yetiştiren bir mektep
Medine’de vazifesi nihayete eren Abdülhalim Efendi, İstanbul’a döner. Onu yeni vazifeler beklemektedir. Babasının vazife dolayısıyla seyahati Mahir İz Hoca’nın da farklı mekanlarda/imkânlarda eğitim almasına vesile olur. Mahir İz, beş yaşına kadar İstanbul’da kalır. Babasının Midilli kadılığına tayin edilmesiyle İstanbul’dan ayrılır, ilk ve orta tahsilini babasının kadılık yaptığı Midilli, Balıkesir, Isparta, Medîne ve Ankara’da görür. Nihayetinde, Ankara Sultânîsi’nden mezun olur. Mahir Bey, mektepten başarı ile mezun olduktan sonra Mektep Müdürü Haydar Bey, memleketin harp içinde olmasını ve dolayısıyla hocaların bir kısmının da savaşta bulunmasını bahane ederek Mahir Bey’e diplomasını vermez ve diplomayı vermek için bir şart koşar: Okulun ilk kısmında hocalığı kabul etmesi. Bunun üzerine Mahir Bey meseleyi babası ile istişare etmesi gerektiğini belirtir ve babasının: “Allah’tan gelen nimet reddedilmez” sözü üzerine vazifeyi kabul eder.
Mâhir Hoca’nın tahsil hayatı devlet kademelerindeki çeşitli vazifeleri sırasında da devam eder. Mahir İz, eğitim hayatında çeşitli mekteplerde eğitim görse de ev geçindirme gailesi ağır bastığı için Edebiyat Fakültesi’nde karar kılar. Edebiyat Fakültesi’nde eğitime mecbur kalan Mahir İz için tek teselli Ferid Kam Bey’in İran Edebiyatı Tarihi kürsüsünde hocalık vazife yapmasıdır. Yine Ali Ekrem Bey’in, Fuzûli’yi okuttuğu ve tasavvufî şerhler yaptığı derslerini de iştiyakla takip eder.
Vazife başında
Vazife aldığı Haydarpaşa Lisesi’nde talebenin muhabbetine nail olur. Haydarpaşa Lisesi’ndeki serbest seminer yapma ( serbest saatte talebelerin istediği hocanın o derslerine girmesi) programıyla Mahir İz Hoca talebenin büyük teveccühüne mazhar olur İster fen bölümünde olsun ister edebiyat bölümde olsun talebeler Mahir İz’in seminerlerine hücum eder, sınıf almayınca dersler amfilerde yapılmaya başlanır.
Çamlıca Lisesi’nden emekli olan Mahir İz hocaya yeniden vazife verilir. Yeni görevi, Yüksek İslam Enstitüsü “İslâmî Edebiyat Tarihi” hocalığıdır. “Tasavvuf” ve “Din ve Cemiyet” adlı iki eseri de bu görevin mahsulüdür. Hayatının bu devresinde sohbet adamlığı vasfı kendisine tamâmen hakim olur. Artık lâ-mekân etrafını saran ve sayısı gitgide artan dinleyicilerine bıkmadan bildiği her şeyi vermeye, anlatmaya çalışır. Enstitüde vazifeye başlayan Celal Bey, bazı derslere hoca bulamanın sıkıntısını çeker. Bu sırada, Mahir İz, Celal Saraç’ın ziyaretine gider sohbet enstitüdeki dersler meselesine gelir ve Celal Bey, beş derse hoca bulunmadığı için üzüldüğünü söyleyerek dersleri sayarak şöyle devam eder: “Hele bir Tasavvuf Tarihi dersi var ki, onun hiç tâlibi yok” der. Mâhir İz bunun üzerine bu dersin hocasının ehemmiyetinden bahseder. Bunun üzerine Celal Hoca, “Tasavvuf Tarihi” dersini Mahir İz hocaya emr-i vaki ile deruhte ettirir. Vazifeden kaçmayan bir mizaç olan Mahir İz için ders kitabı hazırlamak boynunun borcu olur. “Tasavvuf” kitabı böylelikle zuhur eder.
Ahlak her şeydir!
Maaşından başka bir gelire sahip olmayan Mâhir Bey, etrafındaki insanlara bol bol ihsanlarda bulunmasıyla bilinir. Cömerttir. Maaşını aldığı gün kırkta birini hesaplar, aynı gün içerisinde zekâtını verirmiş. Misafirlerine ikram etmeyi severmiş. Dünya malına ehemmiyet vermeyen bir karakterdir. “İstanbul Efendisi” bir şahsiyet-i mukimdir.
Mahir Hoca hiçbir zaman topluma ve toplumdaki hadiselere bigâne kalmamıştır. Özellikle gençlere ve talebelerine ayrı bir ehemmiyet vermektedir. Kimi nerde yakalarsa eğitim-öğretim bazında ona bir şeyler vermeye çalışır. Mesela bir yerde namaz çıkışından sonra etrafında kaç kişi varsa onlarla bir sohbet yapar, gözüne kestirdiklerini, Osmanlıca’yı öğrenmeleri noktasında teşvik edermiş. Hoca, kuvvetli bir hafızaya sahiptir. Derslerde izah edilmesi gereken, her kelime ile alâkalı birkaç beyit söylermiş. Ezberinden Arapça, Farsça, Türkçe uzun manzûmeler okurmuş.
Mahir Hoca’nın vefa duygusu da zirvededir. Ölen hocasının veya arkadaşının arkasından onların faziletleri ile ilgili malumatı derler, bir gazete veya dergide yazarak sevdiklerine ve hayranlarına duyurmayı vazife kabul edermiş.
Randevularına çok dikkat eder daima vaktinden evvel hazır olurmuş. Sözünün eri bir insan olduğuna onu tanıyan şahittir. İSAV’da hizmet ettiği yıllarda Lâleli’de yapılan toplantılara Erenköy’den vaktinde gitmekte ve geç gelenlere de baklava alma cezası vermekteymiş.
Kuze-i rıhlet çalınınca…
Önce ağır bir enfaktüs. Sonra kanser denilen illet. Haydarpaşa Göğüs Cerrahisinde yattığı yıllarda kendisini ziyarete gelen talebesi Osman Öztürk’e doktorların kendisine kanser teşhisi dediğini fakat kendisisinin “ben elime geçen paranın önce zekâtını verdim, sonra kalanından nasibimi aldım bende kanser manser olmaz” şeklinde mukabele eden Mahir Bey, bir müddet hastalığına inanmaz. Mahir İz, 1973’ün Temmuz ayında akciğer kanserinden yatağa düşmüş bir yıldan fazla bir süre bu halde devam etmiştir. Bu sırada 40 kilo kaybetmiş olan Mahir Hoca’yı ziyaret edenler o eski heybetli insanı karşılarında görememenin hüznünü yaşadıklarını anlatır. Halinden müşteki olmayan Mahir İz sırlanana kadar hep diri tuttuğu bir ümid taşır günlünde. Vakit tamam olunca da teslim eder emaneti.
Zeki Dursun yâd etti