Donmuş nehirde insan avlıyorlar!

Dünya donmuş bir nehre dönünce
Mohavk bölgesi Amerika ve Kanada sınırı arasında kalırmış. Ve bir nehir varmış o sınırda, senenin çok az bir zamanında akan. Geri kalan sürede ise mültecilere karşı donmuş kalbimiz kadar buz tutarmış…
Bir kadın, iki çocuğu ve borçlarıyla baş başa terk edilir kocası tarafından.
Başka bir kadın, bir yaşındaki bebeğine dokunamaz, yaklaşamaz; çünkü insan kaçakçılığı yapmıştır. Kızılderili soyundandır ve kabile çocuğun annesinin yanında kalmasına izin vermez. Gözleri rakamları çözemeyecek kadar kötü olduğundan girdiği işlerde de tutunamaz.
Hani o terk edilen kadın var ya, paralarını da alıp kaçan kocayı aramak istemese de 15 yaşındaki oğlunun ısrarları, borca batmışlık ve bilemediği bir bağlılıkla kumarbaz kocasını ararken, bir yaşındaki bebeğin annesiyle yolları kesişir. Bir bakıma kaderleri kesişir.
Donmuş Nehir’de rol alan oyuncuların neredeyse tamamı amatör. Hatta bölge insanlarından seçilmişler. Ama bir belgesel değil seyrettiğimiz; iç içe girmiş acılar, sorunlar, kahreden gerçeklerdir ekrandan gözümüzün önüne akan.
Suç işlemek ya da işlememek…
Çocuklarına bir ev alma derdinde olan terk edilmiş kadın, iki yıldır çalıştığı markette ne zam almış ne de terfi edebilmiştir. Zira mesai arkadaşı olan kız daha genç, güzel ve kendini satmaya müsait olduğundan ondan daha toleranslı ve terfi etmiştir. Kadın, evine aldığı televizyonun borcunu dahi ödeyememiştir ve şirket televizyonlarını söküp alacaklardır. Büyük oğlu sırf kardeşi çizgi filmleri seyredebilsin diye yolsuzluk yapar, suça bulaşır. Bu sırada Kızılderili kadınla “insan kaçakçılığı” yaparak bir çıkış yolu aramaya çalışan kadın ise daha büyük bir suça bulaşmıştır.
Arabasının bagajına “iki mülteci” alıp nehrin beri yakasına geçirmek… Kadın yaptığının suçtan öte, katillere ve sömürücülerin günahına ortak olmak olduğunu bile bile girer bu yola. Kızılderili kadın ise, aldığı paraları bebeğinin yaşadığı evin kapısına bırakır her seferinde. Ancak, paranın kimden geldiğini bilen aile parayı bir şekilde iade ederler. Kızılderili kadın umutsuz ve hayata bağlanacak bir sebep bulamamaktadır.
Çinli ve Pakistanlı göçmenleri sınırın bu yakasına geçirme sırasında cereyan eden olaylar ise, bize mülteci olmanın en kanatıcı taraflarını gösterir. Gencecik insanlar 40 ila 50 bin dolar civarında borçlanarak ülkelerini terk ederler ve bu borcu ödemek için yıllarca çalışırlar “özgürlüğe adım attıkları” ülkede. Özgürlük için gidilen ülke hapishaneden beter, köle hayatının yaşandığı cehenneme döner.
Biz de yurtsuz olabiliriz!
Filmde neler olduğunu az çok anlattım. Ancak biz, işi olan, tutsak olmayan, bir yatağı, bir odası, bir evi, bir yurdu olan insanlar için “dondurucu” bir gerçek, biz yaşarken dünyada cereyan etmektedir. Bu gerçeğe duyarsız kalma hakkımız var mı? Hele ki –Türk dilinde yazdığımdan- insan kaçakçılığının güzergâhı olan bir ülkede yaşarken; insan dolu tırlar, tekneler kaza yaptığında nasıl bir ayıp işlenmiş bizim yürüdüğümüz yollarda? diyoruz ancak, geçici bir üzüntü ile. Fakat, sürgün insanların, mülteci insanların, kaçırılan insanların içinde biz de olabiliriz, diye düşündük mü hiç? Öyle ki, filmde Pakistanlı çifti karşıya geçirmek istemeyen kadın, valizlerini alır ve donmuş nehrin üzerine atar. “Teslimat” sırasında ise valizde “bomba “değil de “bebek” olduğunu öğrendiklerinde biraz olsun o mülteciler kadar çökerler… Yani, acıdan öte acı olduğunu da film insanın gözüne sokuyor adeta.
Uluslar arası insan kaçakçılığı, uluslar arası bir göz yumma ve ülkelerin totaliter yönetimlerinin sonucudur. Doğru. Ekonomik olarak darboğazda olan insanların çıkış kapılarından birisi de gönüllü sürgünlüktür. Ancak, bu tarz yolculukların ne kadarının mutlu sonla bittiğini de cümle alem bilmekteyiz.
Kimliksiz, haklarından mahrum, üçüncü sınıf insan muamelesi gören bu insanların dertleriyle dertlenmek namına yapılmış dokunaklı bir film.
Keyifle izlemeyeceğiniz bir film.
Marcel Halife’nin Edward Said için bestelediği “pasaport” şarkısını eğer filmi izledikten sonra dinleyebilirseniz, göçmen olmanın, yurtsuz olmanın sancısı kalbinize bir çentik atabilir.
Donmuş Nehir, bizler nehirde balık avlarken, aslında bazı nehirlerde insan avlandığını söylemeye çalışıyor onca “keyifli” film arasından, boğulmaya çalışılan sesiyle.
Zeki Bulduk, donmuş gözlerle izledi ve yazdı.