Bu telaşla, bu hırsla, bu aceleyle nereye böyle?
Filmi açtığınızda mezarlıktasınız. Ve bittiğinde de mezarlıkta bulacaksınız kendinizi. Filmin baş kahramanı Beşir’in “bu gidiş nereye!?” diye haykırdığı son sahne ile bir buçuk saatlik ölüm ezberinden sonra ekranınız kararacak.
“Garip Bir Koleksiyoncu“, Nurettin Özel‘in ilk uzun metrajlı filmi olup (yapım yılı 1991), başrollerini Orçun Sonat, Haluk Kurdoğlu ve Gül Yapaz paylaşıyor. Türk Edebiyatı Vakfı’nın “Necip Fazıl Kısakürek Senaryo Yarışması”nda jüri özel ödülü aldığı belirtilen Nurettin Özel’in bu filmi, mezar bekçisi olan Beşir’in hayatını anlatmakta. Aslında Beşir’in hayatından yola çıkarak “Ölüm var!” diye haykırmakta.
Ölüm var
Beşir, ölümün varlığını bilmüşahede görüp içselleştiren ve bu mefhumla yaşamını sürdüren bir kişidir. Hayatı, mezarlıktaki evi ile mezarlık arasında sürüyor ve hanımı tarafından daima eleştiriliyor. Beşir huzursuz bir ailenin susan ve sabreden reisi konumundadır. Hanımı onun için bir psikiyatrist ile görüşüyor. Psikiyatrist tedavi amaçlı mezarlığa gelip gitmeye başlıyor. Fakat işler tersine dönüyor ve doktorun hayatına ölüm hakikati gelip yerleşiyor. Beşir’in kurduğu her bir cümle doktorun gönlünde bir yer bulmaya başlıyor.
Makam mevki peşinde koşan insanların tek tek mezarlığa getirilmesi, Beşir için dünyaya tamah etmemesini sağlamakla birlikte, rutin yaşadığı şeyler oluyor haliyle. Herkes ona deli diye bakıyor. Fakat kendilerini normal olarak addeden diğer insanlardan tek farkı, ölüm diye var olan gerçeği unutmayışıdır.
Film “Garip Bir Koleksiyoncu” ismini, Beşir’in mezarlığa getirilen ölülerin resimlerini ve bilgilerini yazdığı defterden alıyor. Film izleyiciyi yormuyor. Mesaj açık. Ölüm ölüm ölüm.
Bu telaşla, bu hırsla, bu aceleyle nereye böyle
Tarık Emre Yıldırım, “İslamcı Türk Sinemasında Varoluşçu Çizgiler” makalesinde bu filmi, Ingmar Bergman’ın “The Seventh Seal” (Yedinci Mühür) filmi ile karşılaştırarak incelemiş. Filmin son sahnesinde Beşir’in ölüler ile yaptığı konuşmayı, inancındaki huzur ve dinginliğini kaybetmiş olması olarak değerlendirmiş. Filmin sonunda hem Beşir hem de doktor bir boşluğun içinde kalmışlardır. Beşir her şeyini kaybetmiş, doktor ise görmediğim bir şeye inanmam derken, ölüme inanmıştır. Fakat bunun yanında boşluğu dolduracak bir şeyin varlığı söz konusu değildir. Özel, filmin her dakikasında ölümün kokusunu hissettirmeyi başarmış ama eksik olan bir şeylerin varlığı düşündürüyor.
Beşir, kendisine karşı yapılan eleştirilere yahut mezar bekçisi olmasından dolayı aşağılanmasına karşı genel itibariyle sessiz kalan ve iç konuşmaları olan bir karakter olarak karşımızdadır. Ve en sonunda da Beşir, 22 yıllık birikmişliğini “bu gidiş nereye!” diyerek haykırıyor ve ekliyor: “Bazen ne geçiyor aklımdan biliyor musun doktor? Bazen ne derim kendi kendime biliyor musun? Herkesi toplasam diyorum. Dağda taşta yolda beldede kim varsa herkesi. Ve sorsam diyorum, nereye böyle? Bu telaşla, bu hırsla, bu aceleyle nereye böyle! Ne büyük delilik olurdu değil mi?
Etrafına bir bak hele doktor. Bir sürü insan göreceksin, bir sürü insan. Acıları, sevinçleriyle bir sürü insan. Bunları düşünmek, bunları söylemek delilikse, ben deliliğimden memnunum doktor. Git, tedavi için boşuna zaman kaybetme. Git akıllığının sefasını sür. Git felekten bir gün de sen çal. Kaç günü varsa bu kahpe feleğin. Herkes çala çala ne bittiği var ne de biteceği. Git doktor…“
Sanat bir gaye içindir
Aslında filmlerle beraber dönemleri bilmemiz, filmleri daha iyi gözlemlememizi ve değerlendirmemizi sağlayacaktır. Ben de filmi izlerken filmden ziyade evvela filmin çekildiği dönemi merak ettim ve başladım araştırmaya. Yaptığım araştırmalara göre, Türk sinemasının seyri, geçmişten günümüze kadar içinde yaşadığımız sosyo-kültürel, siyasi, ekonomik değişimlerle birlikte farklılaşma yaşamıştır. Bunun sadece sinema ile sınırlı değil, aynı zamanda bütün sanat ve edebiyat dallarında da etkisi olduğunu söyleyebiliriz. İktidarın değişmesi, var olan akımlar bu hızlı değişimin ana sebepleridir. Bu değişimden en fazla etkilenen olgu şüphesiz “din algısı”dır. Filmde de izlerini gördüğümüz üzere 90’lı yıllarda iktidar ile birlikte İslami camiada değişim ve hareket söz konusudur. Sinema da bu süreçten etkilenmiş ve ‘dini mesaj’ verme davası ile birçok film çekilmiştir. İnsanların dini anlamdaki zihin kodlarının medya üzerinden kolayca menfi ya da müsbet değişime uğrayabildiğini, filmlerin yıllara göre din algısındaki değişiminde görebilmemiz mümkün.
Bu yıllarda Hekimoğlu İsmail’in yazdığı romandan uyarlanan “Minyeli Abdullah 1”, “Minyeli Abdullah 2”, “Yalnız Değilsiniz” gibi filmler çekilmiş ve halk tarafından büyük bir beğeni toplamış. Bunun yanında Bilal Yorulmaz‘ın dediği gibi “Rehber insanlar” serisi adı verilen Ali Semerkandi Hz., İsmail Fakirullah Hz., İbrahim Hakkı Hz., Abdulkadir Geylani Hz. gibi filmler sanat değeri düşük filmler olmuş ve seyirci toplayamamıştır. Sanat demişken, Birsen Banu Okutan‘ın konuyla ilgili makalesinde yaptığı bir alıntıda “Her sanatın bir iniş çıkışı vardır. ‘Sanat sanat içindir’ düşüncesi hepten tarihe karışmıştır. ‘Sanat bir gaye içindir’ düşüncesi revaçta olduğuna göre, Müslüman’da bu düşünce ‘sanat İslam içindir’ şeklinde tezahür etmek zorundadır.” yazıyor. Bunu yönetmen Mesut Uçakan söylüyor. Mesut Uçakan bu yıllarda aynı zamanda bu mefhum ile birçok filme imza atmıştır.
Böyle iniş çıkışların yaşandığı dönemden bir film “Garip Bir Koleksiyoncu”
Arzu edenler filmin çekildiği dönemle veya filmle ilgili okumaları Bilal Yorulmaz’ın “Sinema ve Din Eğitimi” kitabından yahut yazının içerisinde zikrettiğim isimlerden yapabilirler.
Kübra Nur Çalış