Kültür - Sanat

Bir lokmanın 12 şartı: 4’ü farz, 4’ü sünnet, 4’ü edep

Helal lokma, helal gıda

Allah Teâlâ, yarattığı bütün canlılara, var olmak ve varlıklarını devam ettirmek için ihtiyaç duydukları gıda maddelerini ve rızıklarını verir. O el-Râzık ve el-Rezzâk’tır. Rızkı da rızka ve gıdaya muhtaç olanı da yaratan O’dur. Rızka muhtaç olanlara rızıklarını çeşitli yollardan ve değişik şekillerle O ulaştırır.

Rızık; biri zahiri, diğeri batini olmak üzere iki türlüdür. Bedeni besleyen gıda maddeleri, yenilecek ve içilecek şeyler zahiri/maddi rızıktır, bunlara besinler de denir. Kalbi ve ruhu besleyen ilim ve irfan; batıni/manevi rızıktır. Bunlara nasib ve kısmet de denir. Manevi rızık ve nasib (feyz- bereket), maddi rızık ve gıda maddelerinden çok daha önemli ve daha değerlidir. İnsan yaşadığı sürece ve belli bir zaman içinde maddi rızka muhtaçtır. Ömrü sona erince artık buna ihtiyaç kalmaz. Manevi rızkın ve nasibin faydası ise ebedidir. (Gazzali, el-Maksudü’l-Esna, s. 57)

Rızkı veren yüce Allah’tır. Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’a ait olmasın (Hud Suresi, 6). Şüphesiz Allah Rezzak’tır, kuvvetli ve metindir (Zariyat Suresi, 58). O, bir kimseye ve canlıya rızık vermeyi irade ettiğinde kimse O’na engel olamaz. Tersine bir kimseye ve canlıya rızık vermeyi murad etmeyince o kimseye ve canlıya kimse rızık veremez. Rızık verenlerin en hayırlısı O olduğundan, mümin; “Bize rızık ver, Sen rızık verenlerin en hayırlısısın.” (Maide Suresi, 114) diye dua eder ve rızkı O’ndan ister. Hak Teâlâ’ya, rızık verince de şükreder. Rızık veren ve bunu bize temin eden Rabbimiz, kimine bol bol ve hesapsız rızık verir, kimine de gıdım gıdım verir (Rad Suresi, 26, Bakara Suresi, 245); kime ne zaman, nerede, ne kadar ve ne şekilde rızık vereceğini O bilir. Ama kulları, rızıklarımı O’nun gösterdiği yollardan aramalı, talep etmeli ve bunun için çalışmalıdırlar. O cömerttir, eli açıktır, lütufkârdır, kerem sahibidir, açılan elleri boş, geri çevirmez. Hazineleri nimet ve rızıklarla doludur, tükenecek gibi de değildir.

İnsanlar kendileri için takdir ve tayin edilen rızka çalışarak, talep ederek, tedbir alarak ve sebeplere tevessül ederek ulaşırken, diğer canlılar içgüdüleriyle gıdalarına ulaşırlar. Hak Teâlâ genel olarak kullarına, yine kulları aracılığı ile rızıklarını ulaştırır. Kulu kula rızık sebebi kılar.

Rızkın biri özel, diğeri genel olmak üzere iki anlamı, türü vardır. Genel anlamda kişinin faydalandığı her şey rızıktır. Bu anlamda, elbiseler, ev, ev eşyaları, para pul, mal mülk, eş, evlat vs. rızık kavramının kapsamına dahildir. Özel anlamda rızk: yenilen, içilen ve boğazdan geçen gıda maddeleridir. (Bk. Tehânevi Keşşafu Istilahâti’l-Fünün ve’l-Ulûm s. 640.)

Helal lokma

Helal lokma, helal gıda denince genellikle insanların tükettikleri ve yedikleri besinler akla gelir. Yeme ve içme konusunda dinimizin koyduğu birtakım hükümler ve uyulması tavsiye edilen adap ve kurallar vardır.

Genellikle dinler aşırı tüketimden, tıka basa yiyip içmekten ve ölçüsüz ve dengesiz beslenmekten, mensuplarının kaçınmalarını isterler. Bundan dolayı oruç tutmayı farz kılar. Farz oruç dışında da oruç tutmayı tavsiye eder ve bunun sevap olduğunu söylerler. Diğer yandan bazı şeylerin yenilmesini ve içilmesini de yasaklarlar. Bunun da birtakım sebep ve hikmetleri vardır. Aç ve susuz bırakarak nefsi disiplin altına almak, ibadet ve taata karşı direnen, nefsin direncini kırıp onu dini hükümlere uyar ve kulluk görevlerini görür hale getirmek, söz konusu hikmet ve sebeplerdendir. Bir taraftan belli bir ölçüde ve makul düzeyde nefs aç ve susuz bırakılarak zayıflatılırken, diğer taraftan kalp ve ruh ibadet, taat, amel, zikir, tefekkür ve güzel ahlâk gibi manevi gıdalarla beslenerek kuvvetlendirilir. Amaç Hak Teâlâ’nın has kulları, Peygamber Efendimizin has ümmeti arasına girmek, mümkün olduğu nispette faziletli ve kâmil bir insan ve mümin olmaktır.

Hak Teâlâ; “Evvelki ümmetler gibi size de orucu farz kıldık, maksat takva sahibi müminler olmanızdır.” buyuruyor (Bakara Suresi, 183). Allah Resulü de Ramazan ayı dışında; Receb, Şaban, Muharrem, Şevval gibi aylarda belli bir miktarı aşmamak şartıyla, tatavvu ve nafile denilen oruçların tutulmasının sevap ve faydalı olduğunu vurguluyor, hatta savm-ı Davud’u caiz görüyor. Oruç tutmanın diğer bir sebebi de imsak vaktinden iftar vaktine kadar nefsi aç, susuz ve cinsel hayattan uzak tutarak onu az yemeye ve içmeye alıştırmak ve nefsani ve bedensel arzular üzerinde iradenin hâkim ve etkin olmasını sağlamaktır. Bu suretle aç bırakılan bir hayvan gibi, aç ve susuz bırakılarak direnci kırılan nefs de şer-i şerife akl-ı selime uyar, kalbin sesine kulak verir, ilahi emre itaat eder. Nefsin körü körüne maddi zevklere ve dünyevi hazlara dalmasına engel ol- maya ‘keff-i nefs’ ve ‘imsak’ denir. İmsak, müminin aklını başına toplayarak, orta ve uzun vadedeki kazanç ve yararlarını görerek iradesine hâkim olması, kısa vadedeki hazlardan vazgeçmesi, keyfine göre değil, dini ölçülere göre hareket etmesidir.

Besili bir atı veya boğayı itaat altına almak gibi obur ve doyumsuz bir huya sahip olan nefsi itaat ve boyunduruk altına almak da çok zor olduğundan, Allah Resulü ümmetini uyarıyor. Müminin bir karnı, midesi; kâfirin yedi karnı, yedi midesi var. Mümin bir midesini, kafir yedi midesini doyurmak için yer içer. (Müslim, Et’ime ve Esribe, 182; Tirmizi, Et’ime, 20) Genellikle az veya ihtiyaç ölçüsünde yemek, Allah Resulü’nün âdeti idi. Hz. Aişe’nin anlattığına göre, “Resulullah aralıksız üç öğün doyasıya buğday ekmeği yememişti. Bir ay O’nun evinde ateşin yanmadığı ve yemeğin pişmediği olurdu, hurma ve su ile idare ederdi.” Peygamber Efendimiz; “Allah’ım! Muhammed ailesinin rızkını günlük ver. Bir gün yetecek miktarda (kefaf) ver.” diye dua ederdi (Müslim, Zühdi, 1-53). “O, yere oturup bir kul tavrıyla yemek yerdi, acıkınca karnına taş bağladığı olurdu. Oysa dua etseydi Hak Teâlâ duasını kabul eder, Kubeys Dağı’nı altına dönüştürürdü.” (Serrâc, 137) Sahabeden özellikle Abdullah bin Ömer ve Abdullah bin Amr gibi abid ve zahid sahabe az yer ve yedikleri gıda maddelerinin helal olmasına dikkat ederlerdi.

Hadis-i şerifte buyrulur: “Ailesinin geçimini helal yoldan sağlamak için çalışan, Allah yolunda cihad eden gazi gibidir.” (İhya, 2/90). “İffetini ve namusunu koruyarak helal kazanç peşinde koşanların dereceleri şehidlerin dereceleri gibidir.” (İhya, 2/90)

40 gün helal gıda alan bir kimsenin kalbini Allah nurlandırır (İhya, 2/90). Kalbi nurlanan mümin, başkalarının göremediklerini, firaset nuru ile görürler. Hz. Said: “Ey Allah Resulü! Dua et de ben de duası makbul bir kul olayım.” deyince Resulullah (s.a.) buyurdu: “Gıdan, helali hoşundan olursa mücabüddaveh (ağzı dualı) bir kul olursun.” (İhya, 2/92)

İnsanoğlunun doldurduğu en kötü kab midesidir, ona lokmacıklar alması yeter. Eğer midesine bundan fazla bir şey koyacaksa, 3/1’ini yeneceklere, 3/1’ini içeceklere, 3/1’ni de nefese (havaya) ayırsın ve boş bıraksın. (İhya, 2/4; Acluni, 2/199) Üstü başı toza toprağa belenmiş nice gezginler var ki yediği haram, giydiği haram, gıdası haram iken ellerini kaldırmış “Rabbim duamı kabul et” diyor. Şu dua kabul edilir mi hiç? (İhya, 2/96) Haram lokma duanın kabulüne engeldir. Kur’an-ı Kerim’de; “O, yeryüzündeki her şeyi sizin için yarattı.” (Bakara Suresi, 2/29); “De ki Allah’ın kulları için yarattığı ziyneti ve hoş rızkı kim haram kaldı? De ki; onlar dünya hayatında, özellikle de kıyamette müminlerindir.” (Araf Suresi, 7/32) buyrulmaktadır.

Maddi nimetlerden faydalanmak, müminlerin hakkıdır, kimse bunların haram olduğunu iddia edip onları bu haktan mahrum edemez. Ama müminler bu rızıklardan makul, meşru ve ölçülü bir şekilde faydalanmalıdırlar.

İslâm’da aslolan maddi ve dünyevi nimetlerin mübah, caiz ve helal olmasıdır. Bunlardan az sayıdaki bazı şeylerin haram olması bir istisnadır. Mesela (Maide Suresi, 3; Enam Suresi, 145; Nahl Suresi 115) ayetlerinde belirtilen haram yiyecekler istisnadır. Bunlar leş, domuz eti, kan ve putlara adanmış hayvanların eti ve şarap gibi şeylerdir.

Musevilikte yenmesi caiz olan gıdalara kaşer veya koşer, caiz olmayana terafa denir.

Yüce Allah; “Yiyiniz, içiniz ve israf etmeyiniz, şüphesiz ki, Allah israf edenleri sevmez.” (Araf Suresi, 31) buyuruyor. Tüketilen besinler helal bile olsa ihtiyaçtan fazla ve israfa varacak veya itidal sınırını aşacak miktarda olması halinde duruma göre haram veya mekruh olabilir.

İslâm’da haram besinler iki türlüdür. Domuz eti ve şarap herkese ve her zaman haramdır. Başkasına ait bir gıda maddesini sahibinin izni olmadan yemek ve içmek veya birinin malını çalmak ve gasp etmek de haramdır. Haram olan şeyleri yiyen ve içenler hem Allah Teâlâ’nın yasağına uymadıkları hem de kul hakkı yedikleri için günaha girer ve cezalandırılırlar. Tüketilen gıda maddelerinin üzerinde az veya çok başka insanların haklarının olması veya bunların israf sayılacak şekilde tüketilmesi, onların helalliğini şaibeli ve şüpheli hale getirir. Böyle şüpheli gıdaları tüketmek duruma göre tahrimen veya tenzihen mekruh olur. Hatta bunların haram olan şekilleri bile olur. Onun için bunları tüketmemelidir veya tüketmemek, bunlardan uzak durmak, hem takvanın hem de ihtiyatlı ve tedbirli olmanın icabıdır. (İhya II, 89-154, 3-20)Tasavvuf terbiyesinde taklil-i taâm denilen yeme içmeyi azaltma ve belli sürelerde, belli ölçülerde aç kalma önemlidir. Bu durum müminin zekasını parlatır, aklını düzgün işletir, kalbini açar, feyiz ve berekete, duasının kabul edilmesine vesile olur, onu Hakk’a yaklaştırır, Hakk dostu/veli yapar. Bâyezîd-i Bistâmî’ye; “Bu mertebeye ne ile erdin?” dediklerinde, dedi ki: “Boş mide, çıplak bedenle…”

Az gıda ile yetinerek aç kalmak sûfilerin özelliğidir. Sülûkun dört esasından biri budur. Diğer üçü; az konuşma, az uyuma, inziva. İbn-i Sâlim, insan her gün yiyeceklerinden kedi kulağı eksilterek, kendini yavaş yavaş az yemeğe alıştırmalıdır, der. (Kuşeyri, 332)

Yahya bin Muaz: “Açlık pazarda satılan bir nesne olsa ahirete talip olan, ondan başka bir şey satın almaz.” demiştir. Zira açlıktan daha kıymetli bir şey yoktur. Tasavvuf anlayışını riyazet, mücahede ve açlık üzerine bina eden Sehl bin Abdullah Tüsteri; “Günah ve cehalet tokluktan, ilim ve hikmet açlıktan hasıl olur.” demiştir.

Abdülaziz bin Umeyr demişti ki: “Bir bölük kuş 40 gün bir şey yemedi, sonra havada uçtular. Günlerce havada uçup geri geldiklerinde, ağızları misk gibi kokuyordu.”

Tokluk dünyanın, açlık ahiretin kapısını açan bir anahtardır.

Ebû Süleyman Dârâni: “Akşam bir lokma az yemeği, gece sabaha kadar ibadet etmeye tercih ederim.” (Kuşeyri, 334) Çünkü açlık nur, tokluk nar’dır, ateştir. İştah odunu tutuşturan ve kül eden ateş gibidir. Sahibini yakmadan sönmez.

Lokman Hekim oğluna şunu tavsiye etmişti: “Yavrum! Oburluk zekâyı öldürür, mide dolunca fikir uyur, hikmet susar, lal olur, uzuvlar ibadetten geri kalır.” Pes bir kimse tıka basa yese, o kimse tabiatından kaynaklanan karanlıktan kurtulamaz, akıl çerağı marifet ve doğruluk nuruyla nurlanmaz, kalp aynası gaflet pasından ve bulanıklıktan uzaklaşıp saf ve cilalı hale gelmez. (Ankaravi, 108)

Oruç ve az yemenin sırrı ve hikmeti nedir?

Oruç tutmaktan ve aç kalmaktan murad, kesr-i şehvet ve kahr-i nefs-i pür töhmettir. Mide boş kalınca beden ruhani olur. (Ankaravi, 109)

Meşâyih-i tarikat buyurmuşlardır ki: “Bir lokmanın 12 şartı vardır. Dervişin bu şartları bilmesi lazım. Bunların 4’ü farz, 4’ü sünnet, 4’ü de edeptir.

Farzlar: Derviş lokmayı helal yoldan almalı, lokmanın yaratıcısının Hakk Teâlâ olduğunu bilmeli, lokmayı kendi kazancı olarak değil, Allah Teâlâ’nın lütfu olarak bilmeli, lokmaya şükretmeli.

Sünnetler: Lokmayı besmele çekerek almalı, yemekten evvel ellerini yıkamalı, sofranın kenarına oturmalı, lokmadan sonra “Elhamdulillah” demeli.

Edepler: Sol ayağı üzerine oturmalı, başkasının lokmasına bakmamalı, başkasının önünden yemeyip ağzını şapırdatmamalı ve yemekten sonra ellerini yumalı.” (Bkz. Baherzi, Evrâdü’l-Ahbab, 133-141, 320-338; Ankaravi, III)

Hücviri; açlık ve az yemek konusuna bir bölüm ayırır. “Midesi boş olan Allah katında 70 gafil abidden daha sevimlidir.” der ve sözüne devam eder: “Büyük bir şeref olan açlık, bütün dinlerde ve ümmetlerde makbul bir şeydir. Zira açlık zihni açar, zekâyı işlek ve parlak, bedeni sağlıklı hale getirir, açlık nefse boyun eğdirir, kalbi huşû hale getirir.” Hadiste buyrulur: “Midenizi aç, ciğerinizi susuz, bedeninizi çıplak bırakınız; umulur ki bu sayede kalbiniz dünyada iken Allah’ı apaçık görsün.” Bu suretle gönülde ziya, canda safa, sırda lika hâsıl olur. Bu durumda beden rahatsız olursa, ne önemi var? Açlık sıddıkların yemeği, müridlerin mesleğidir. Adem’i cennetten ve Hakk’ın civarında olmaktan, lokma iştahı uzaklaştırmıştır.

Ebu Bekir el-Kettâni: “Müride lazım olan uyku bastırmadan uyumamak, mecbur olmadan konuşmamak, kesin ihtiyaç olmadan yememektir.” Hücviri’ye göre açlığın semeresi müşahededir. Bununla beraber müşahede ile seyir halinde olmak, mücahede ile aç olmaktan daha iyidir. Hak tecellisiyle tok olmak, halk şahidiyle aç olmaktan hayırlıdır. (Hücvirî, 419-422)

Tasavvufta sülûkun ana esasları dörttür: Yemeyi, uyumayı, konuşmayı azaltma, bazı hallerde en aza indirme ve halvet, inziva… İbrahim Hakkı buna iki esas daha ilave eder. Tam tefekkür, sürekli zikir (Marifetname, 304-312). “Tokluk hastalığın kaynağı olup bunun en faydalı devası ve ilacı açlıktır.” diyen İbrahim Hakkı Erzurumi, tıka basa yemenin ve oburluğun sebep olduğu hastalıkları, sıkıntıları ve rahatsızlıkları anlattıktan sonra der ki: “İrfana talip, kalbini temizlemek ve ruhunu arındırmak isteyen kimseye lazımdır ki evvela midesini haramdan muhafaza ve ıslah ede, sonra yemeği azalta, fuzuli helal yemeklerden de kaçına. İşte buradan hareketle marifet ve muhabbet yolunu tuta, insanın midesini muhafaza ve ıslah etmesi, diğer organlarını munataza etmesinden çok daha zor ve çetindir. Tokluğun zararları haddinden fazladır. Bunların başlıcaları:

  • Çok yemek (kesret-i taâm) kalp katılığına sebep olur.
  • Çok yemek kişiyi günaha ve fuzuli işlere sevk eder. Tokluk anlamayı azaltır, zihni köreltir.
  • Çok yemek insanı hantallaştırır ve ibadet hayatını ihmal etmesine ve aksatmasına yol açar.
  • Çok yemek insanın ibadet ve taattan haz almasına ve huzur içinde amel ve taatte bulunmasına mâni olur.
  • Çok yemek bazen haram, bazen de helalliği şüpheli şeyleri yemeye sebep olabilir. Zira helal lokma zaten az ve kıt gelir. Haram ise her cihetten ve bol gelir. Helal gıda damla damla, haram gıda aka aka ve sel gibi gelir.
  • Çok yemek insanı hükmü altına alır, onu temin etmek ve hazırlamak vakit alır. Pişirmek ve hazmetmek insanı meşgul eder. Def-i hacet sıkıntı sebebi olur. Bedende getirdiği fazlalıklar hastalıklar doğurur. Bütün bunlar gönlü meşgul ve huzursuz, bedeni rahatsız eder, zora sokar.
  • Çok yemek ölüm sarhoşluğunun şiddetli ve ızdırabın fazla olmasına yol açar. Çünkü dünya zevklerinden ayrılmak, can çekişme vaktinde nefse ağır gelir.

Dünyada alınan maddi ve bedensel zevkler; ahiretteki manevî ve ruhani hazlara mahsup edildiğinden, öbür âlemdeki zevk u sefaları azaltır. Dünyanın tatlısı, ahiretin acısıdır.

Çok yemek kusur ve ayıp sayılır. Lüzumsuz ve fuzulî şeyleri terk etmek gerekir. Zira dünyanın haramı azap ve cezaya, helali ise hesaba çekilmeye, sorgulanmaya sebep olur. (Marifetname, s. 309-310)

Çok üretmek, çok tüketmek, aşırı beslenmek ve obez olmak çağımızın hızla yayılan hastalığıdır. Obezite, hem beden hem ruh sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Sûfiler bu hususa eskiden beri dikkat çekmişler, oburluğu ve doyumsuz olmayı, maddî ve bedeni hastalıkların kökü ve kaynağı: imsakı ve perhizkâr olmayı bu tür hastalıkların tedavisi için derman ve ilaç olarak görmüşlerdir. Çok yemek hastalığın kaynağıdır, perhizkârlık her derdin devasıdır. (Aclûnî, 1, 366; II, 214)

Süleyman Uludağ

Keşkül dergisi, Sayı: 4

Source link

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu