Beden almakla ruh vermekle doyar
İnsan, kendisini ahsen-i takvim üzere yaratan Rabbinin iradesine teslim olmalı ve ziyana uğramaktan kaçınmalı yani Allah’a sığınmalıdır. Bu sığınma dikkat ve titizlik gerektiren bir yolculuğun başlangıcıdır zira Müslüman olmak özündeki tabii saflığı bozmadan ve bezm-i elestteki ahitleşmeyi unutmadan kötüye ve kötülüklere katkıda bulunmama iradesini ortaya koyabilmenin beyanıdır. Kudema bu husus üzerinde önemle durmuş ve kulaklara küpe edilesi şu söz onlardan bizlere tevarüs etmiştir: “İyiler de kötüler de iyilik yapabilir, sadece iyiler kötülükten sakınır.” Peki, iyilik nedir? Ya da doğru soru şudur: İyilik ne değildir?
Kadim İslâm medeniyetimiz iyiliği çeşitli mefhumlar ile tanımlamış ve her bir kelime ihtiva ettiği derin manalar ile gönül dünyamızda iyiliğe dair sarsılmaz temeller atılmasına vesile olmuştur. İyilik dendiğinde tarih boyunca hem gönül coğrafyamızda neşvünema bulan hem gönül dünyamızı besleyen ilk kelime hiç şüphesiz “Birr” kelimesidir. Kur’an-ı Kerim’de “Her türlü iyilik, ihsan, itaat, doğruluk”⁸ manasında kullanılan bu güzide kelime, herhangi bir hududa bağlı olmaksızın iman, ibadet ve ahlaka dair bütün iyi hasletleri ihata eden bir mefhum olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Fahreddin er-Râzî de“Mefatihu’l- gayb” adlı eserinde “Birr” kelimesini “Bütün saygılı davranışları ve insanı Allah’a yaklaştıran hayırlı işleri içine alan bir kelime” olarak tarif etmiştir. Gönül dünyamızı tenvir eden hem dünyamızı hem de ukbamızı mamur eden diğer bir kelimeyse “Maruf” kelimesidir. Lügat manası “bilinen, tanınan, benimsenen şey” olan bu efsunlu kelime Kur’an-ı Kerim’de “Emr-i bil maruf nehy-i anil-münker” yani “İyiliği emredip kötülükten sakındırma” kavramıyla dikkatlerimize sunulmaktadır. “Bir şeyi bilmemek, zor ve sıkıntılı olmak” gibi anlamlar taşıyan nükr veya nekâret kökünden gelen “Münker” ise “tasvip edilmeyen, yadırganan, sıkıntı duyulan şey” demektir. Lügat manalarından da anlaşılacağı üzere iyiliğin insanın bildiği ve aşina olduğu her türlü söz ve fiili kapsaması iyiliğin fıtrî bir temayül olduğu ve Allah’ın her insanın özüne âdeta bir yazılım gibi kaydettiği hakikati şayan-ı dikkattir. Dolayısıyla fıtratını dâhili ve harici müdahaleler ile bozmayan, özündeki bu yazılımı muhafaza eden her insan “İyi” olma ve iyilikleri yayma adayıdır. Fıtratına yabancılaşan, hakikatin sesinden kasten uzaklaşan ve Allah’ın fıtratımıza ilmek ilmek nakşettiği iyiliğe temayülü su-i istimal eden insansa “Kötü” olma ve kötülüğü yayma adayıdır.
Hayra anahtar, şerre kilit
Hiç şüphesiz kötülüğün toplumda yayılmasını engelleme, zulme mâni olma doğrudan imanla alakalıdır. Ve “Ben Müminim!” diyenlerin ispat etmesi gereken bir iddiadır. Çünkü 1400 sene evvel âlemlere rahmet olarak gönderilen beşerin efendisinin gökkubeye bıraktığı şu hoş sadânın muhatabı müminlerdir: “Sizden bir kimse, bir münker (kötülük, çirkinlik) görürse onu eliyle değiştirsin. Eğer buna gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” Yüksek bir ahlaka sahip iyi insan olma hâli üç esas üzerine bina edilen fert, cemiyet ve âlem ilişkisinin yekdiğeri ile muntazam bir uyum içerisinde olduğu hâldir. İslâmiyet ahlaklı bir kimseye etrafında olup biten olaylara karşı bigâne kalmayı “İmanın en zayıf derecesidir.” ihtarı ile yasaklamıştır. Dolayısıyla Müslüman, dünyanın akışını sadece kenardan seyreden değil herhangi bir çirkinliğe karşı sergileyecek duruşu ve söyleyecek sözü heybesinde hazır olan ve kalbinde bu hâle buğzedecek temiz bir alan muhafaza edendir.
İyi insan olmak, iyiliği cemiyet içerisinde yaymak ve insanlara faydalı olmak elbette çok değerlidir çünkü insan Allah’ın kıymet verdiği, mahlûkat arasında en şerefli kıldığı ve hitab-ı ilâhîye mazhar olan varlıktır. Divan edebiyatının son dönem büyük söz üstatlarından Şeyh Galib merhumun kaleminden süzülen şu beyit insanın eşref-i mahlûkat hakikatini en güzel ifade eden beyitlerdendir:
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen”
“Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”
İyilik, bilâbedel verebilmektir. İyilik verebilmenin hazzını yaşamaktır. Kalp bazı hazları tatmazsa bilemez. Dolayısıyla karşılıksız yapılan herhangi bir iyiliği bilmeyen insanların bu hazza aşina olması zordur. İyi insan, herhangi bir karşılık beklemeden içindeki güzelliği verebilen insandır. Bu, bazen gönüldeki dağ gibi hüzün bulutlarını eriten sıcacık bir tebessüm olur yüzlerde. Bazen Rahman’ın selamıyla vücut bulur ve “Benden sana zarar gelmez.” beyanı yankılanır gönüllerde. Hakikatin sesinden ve Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nefesinden beslenen, ilham alan ve neşvünema bulan Kadim şiir geleneğimizde insana bu gerçeği her vesileyle telkin eder. Gâh Yozgatlı Fennî merhumun dimağından süzülüp ete kemiğe bürünür ve 21. Yüzyıl insanına şu dizeler ile seslenir:
“Edersen bir iyilik intîzâr eyle mükâfâta
Yaparsan bir fenâlıkhâzır ol ‘ayn-ı mücâzâta
Lihâzâmüstâkîm ol inhimâk etme huzûzâta
Eğer kîsendepâren var ise sarf eyle hayrâta”
Sümeyra Güler
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi • İSLÂMİ İLİMLER
Hüma dergisi, Sayı: 2