Barbar, Modern, Medeni kitap özeti
Giriş
Bir medeniyetin ancak muayyen bir dünya görüşü, varlık tasavvuru, bilgi anlayışı ve estetik duyuş ile mümkün olabileceği tezinden hareketle İbrahim Kalın tarafından kaleme alınan Barbar, Modern, Medeni medeniyet kavramının serüvenine, Batı ve İslâm dünyasındaki çağrışımlarına odaklanmaktadır.
İlk bölümde medeniyet kavramının etimolojik yapısı ve farklı düşünürler tarafından tanımlanışı ele alınmaktadır. Sosyoloji, siyaset bilimi, antropoloji, hukuk gibi birçok alanın konusu olan ve çok katmanlı, dinamik bir yapıya sahip medeniyet kavramına yönelik farklı bakış açıları kısaca zikredilmektedir. Ayrıca bu bölümde medeniyet unsurlarının ilk görüldüğü coğrafyalar tarihi geçmişiyle ele alınarak aktarılmaktadır
Kitabın devamında ise medeniyet ve medenilik kavramlarının hangi ölçütler doğrusunda ele alındığı anlatılmaktadır. Medeniyet ve modernliğin Batı tarafından teknik ilerleme ile eş tutulması problematiğini aktaran İbrahim Kalın, bu kavramların gelişmemiş ülkeler üzerinde nasıl sömürge unsuru olarak kullanıldığını somut örneklerle ortaya koymaktadır. Barbar, modern, medeni, ilkel, geri, ileri gibi kategorilerin altında yatan sebepler ise Batılı isimlerin de örnekleriyle açıklanmaktadır.
Kitabın ilerleyen bölümlerinde medeniyet kavramının esasını teşkil eden temellerin dünya görüşü, varlık tasavvuru gibi değerler olduğunu ifade eden Kalın, bu değerlerin mütemmim cüzü olarak adalet, özgürlük, idrak, ahlak gibi olguları açıklama yoluna gider. Kitabın son bölümlerinde ise İslâm medeniyeti ve bu medeniyet kapsamında İslâm sanatı, güzellik, hikmet, şehir kültürü gibi başlıklar incelenmektedir.
Dünya görüşü, varlık tasavvuru, âlem fikri, kozmoloji, ahlak, siyasi ve sosyal düzen, estetik, güzellik, şehir hayatı, kültür gibi kavram ve kurumların medeniyet başlığı altında ele alarak medeniyet kavramının genişçe bir semantik alana sahip olduğunu gösteren yazar, medeniyeti teknolojik ilerleme doğrultusunda değil, dünya görüşü ve varlık tasavvuru dâhilinde aranması gerektiğini ifade eder. Çünkü medeniyet inşası özgürlük ile anlamın, değer ile gerçeğin, ilke ile düzenin, tercih ile şartların buluşma noktasında ortaya çıkan bir ameliyedir.
Barbar, Modern, Medeni medeniyet olgusuna ve bu olgu etrafında şekillenen kavramlara odaklanan, medeniyetin algılanışı üzerindeki sorunsalları nedenleriyle ortaya koyan ve ideal medeniyet inşasına dair çözüm önerileri sunan bir kitaptır.
Kitabın amaçlarından birinin “medeniyet ve medenilik kavramlarını emperyalist geçmişinden ve modern hegemonik çağrışımlarından kurtarmaya çalışmak” olduğunu belirten İbrahim Kalın, günümüz modern dünyası hakkında dikkate değer tespitlerde bulunmuştur. Medeniyet, barbar ve modern kavramlarını tarihî ve kavramsal düzlemlerde ele alan yazar, bu çerçevede yaptığı tespitleri ve kendi düşüncelerini özgün bir dille ifade etmiştir.
Yazar, belli bir bilgi birikimine sahip herkesin rahatlıkla kavrayabileceği tespitlere yer verdiği eserini, akıcı ve anlaşılır bir dille kaleme almıştır. Birçok düşünürden alıntılara da yer verilen kitap, hem batının hem de İslam düşüncesinin medeniyet tasavvurunu ortaya koyması açısından önem taşımaktadır.
Kitap özetinden bölümler:
Medeniyetin Tarihsel Arka Planı ve Anlamı
Yapılan tarih araştırmalarının ışığında medeniyetlerin doğduğu yerler olarak Asya ve Eski Mısır’ı söylemek mümkündür. Tarihte yerini almış çok sayıda medeniyetin kaynağı ise Çin steplerinden Mezopotamya’ya kadar uzanan İpek Yolu’dur. Bu doğrultuda ilk büyük şehirler de Fırat ve Dicle nehirlerinin beslediği Mezopotamya topraklarında, Nil Deltası’nda ve Asya içlerine doğru uzanan geniş topraklar üzerinde kurulmuştur. Tarım, hayvancılık ve şehir hayatına dayalı ilk medeniyet unsurlarına kesin olarak tarihlendirilmemekle birlikte Asya-Mezopotamya bölgesinde karşılaşılmaktadır. Bu bulguların en önemlisi sayılan Göbekli Tepe bugün Şanlıurfa sınırları içerisinde yer almakta ve M.Ö. 10.000 yılını işaret etmektedir. Göbekli Tepe ilk medeniyet unsurlarına kaynaklık eden İngiltere’deki Stonehenge’den yaklaşık 3.000; Mısır piramitlerinden ise yaklaşık 2.500 yıl daha eski bir tarihe sahiptir. Mezo-Asya coğrafyasındaki ilk medeniyet oluşumları göstermektedir ki bu coğrafyanın medeniyet tarihi Sümer, Akad, Mısır, Babil, Asur ve diğer kadim medeniyetlerden çok daha önce var olmuştur.
Tarımla başlayan hareketlilik ticaret, göç, şehirleşme, hukuk ve düzenin kurulmasıyla birlikte hız kazanmıştır. Bu gelişmeler büyük devletlerin ve imparatorlukların doğmasına zemin hazırlamıştır. Asyalı göçebelerin atı, Arapların ise deveyi ehlileştirmesiyle birlikte de ulaşım, ticaret ve birçok alan büyük dönüşümler geçirmiştir. İpek Yollarının ağı Çin steplerinden Sibirya, İran, Arap Yarımadası, Anadolu ve Akdeniz coğrafyasına ve ötesine uzanmasıyla kıtalar arası hareketlilik yaşanmıştır. Başta ticaret olmak üzere birçok alanın gelişimine katkı sağlayan İpek Yolu medeniyeti inşa eden bir işleve sahip olmuştur. İpek Yolu üzerindeki ticaret merkezi olan şehirler zamanla ilim merkezlerinin, kütüphanelerin, hastanelerin, sanat ve zanaat merkezlerinin kurulduğu, kültürel zenginlik ve çeşitliliğin yaşandığı yerler olmuştur. Tüm bu zenginliğin yer aldığı Mezo-Asya coğrafyası Avrupa’dan çok daha önce medeniyete her anlamıyla kaynaklık etmiş, katkı sunmuş ve adeta tarihin aktığı ana coğrafya olmuştur. Tüm bunlardan hareketle Avrupa merkezcilik yaklaşımının coğrafi gerçeklerden öte Avrupa’nın zihin dünyasından türetilmiş bir ideoloji olduğunu söylemek mümkündür.
Medeniyet fiziki yapılardan ve kurumlardan önce varlığa ilişkin bir zihni ve estetik tutumu ifade eder. Tarım, hayvanların ehlileştirilmesi, teknik, şehir ve sanat gibi unsurlar muayyen bir varlık tasavvurunun tezahürleridir. Medeniyet akıl ve irade sahibi insanların tabiatla ve birbirleriyle olan ilişki süreçlerinin sonunda ortaya çıkar. Bu ilişkinin niteliği ve biçimi medeni olmanın ve medeniyet kurmanın da temel taşlarını oluşturur. Medeni olmak medeniyet kurumlarından önce gelir ve onları inşa eder. Bir toplumu medeni veya barbar yapan unsur sahip olunan maddi imkânlar ve teknolojik araçlar değildir; varlığı ve hayatı anlamlandırmak için ortaya konulan tasavvur, tutum, rasyonalite ve davranışlardır. Dolayısıyla medeniyet madde ve kemiyetten öte mana ve keyfiyet üzerine kurulan bir düzenin isimlendirilmesidir.
Latince “Civitas” kelimesinden türetilen “Civilisation” kelimesi Türkçedeki medeniyet gibi kök manası itibariyle “Medine” yani şehirle ilgilidir. Barbarlığın karşıtı olarak medenilik insani-ahlaki-hukuki durumu ifade ederken medeniyet ise bunların sonucunda ortaya çıkan fikri-fiziki-siyasi ve ekonomik düzeni ifade eder. Bu doğrultuda bilimsel ve teknolojik olanaklara bağlı olarak oluşturulan yapıların medeniyet adını alabilmesi için akli, insani ve ahlaki açılardan medenilik vasfına ulaşmış olması gerekir.
Medeniyetin Ölçütleri
Teknik ve bilimsel maddi gelişmelerin medeniyetin göstergesi olma durumuna 18. ve 19.yüzyıllarda rastlanmaktadır. O yüzyıllara kadar bir toplumun maddi refahını ve gelişmişlik düzeyini anlayabilmek için toprak genişliğine, ordunun büyüklüğüne, teknik ve sanatsal ilerlemesine bakılmaktaydı. Ekonomik gelişmişliğin medeniyetin ölçütü olarak görülmeye başlanmasıyla birlikte ekonomik seviyesi yetersiz ve Batılı olmayan toplumlar da barbar, geri, bedevi, yabani, ilkel gibi sıfatlar almıştır. Modern Avrupa sömürgeciliğinin ve Avrupa-merkezci yaklaşımın sonucu olan bu tanımlamalar medeniyet kavramına olan bakışı tahlil etme noktasında kayda değerdir. Din ve kültür gibi olguları da içine alan medeniyet kavramı sayesinde Avrupa’nın yeni seküler bakış açısı Ortaçağ’ın kalıplaşmış teolojik yapısıyla çatışmadan kendini sunmaktaydı. Dini-metafizik içeriğinden arındırılmış bir medeniyet terminolojisi geleneksel Hristiyanlığa karşı bir kalkan vazifesi görmekteydi.
Hristiyan kilisesinin ahlak, hukuk, düşünce, estetik yargılarını çürüten Aydınlanma düşünürleri medeniyet ve medeniliği Avrupa’nın akıl ve tarihiyle özdeşleştirme yoluna gittiler. Dolayısıyla Batı dışı toplumlar medeniyetten yoksun ve yarı medeni olarak görüldü. Tarihi ve kültürel sınıflandırmalar Avrupa medeniyetinin çizgisi doğrultusunda şekillenince medeniyet kavramı da Avrupa merkezli düşüncenin ürünü olarak kabul edilir hâle geldi. Böylelikle “Medenileştirme misyonu” (Vazife-i temeddün) çerçevesinde Afrika’dan Hindistan’a kadar geniş bir coğrafyada Avrupa emperyalizmi meşrulaştırılmaya başlandı.
Medenilik kavramı, medeniyet sözcüğünden çok daha önce kullanılmaya başlanmıştır. Bir statü olarak medenilik (Civilite) imparatora, prenslere, derebeylerine ve siyasi elitlere yakın burjuvazinin ve aristokrasinin birbirlerine yönelik tutum ve davranışlarını işaret eder. Siyasi ve ekonomik elitlerin kendilerini diğer sınıflardan ayrı ve üstün görmesi nezaket kurallarına ve medeni davranışlara sosyolojik ve siyasi bir nitelik kazandırır. Böylece elit sınıfların benimsediği davranış kuralları hem medeniliği ve medeniyet ölçütlerini belirleyen bir hâl kazanır hem de sınıfsal bir statünün temellerini hazırlar. Sofra adabından kılık kıyafete, konuşma üslubundan kadın-erkek ilişkilerine kadar geniş bir alana yayılan bu davranış kuralları siyasi ve ekonomik elitlerin kendilerinin diğer toplumsal gruplardan ayrıştırmak ve üstün hâle getirmek için kullandıkları bir dizi kriter hâline gelir. Norbert Elias’ın da ifade ettiği gibi aristokrat ve burjuva bireyler sadece zengin ve güçlü oldukları için değil; aynı zamanda bahsi geçen medeni vasıfları taşıdıkları için de ayrıcalıklı bir konuma sahip olduklarını düşünürler. Sınıfsal boyutta olan bu bakış açısı zamanla toplumsal bir hâl alıp Avrupalıların milli kimlik tasavvuruna dönüşür. Bu bakış açısının sonucu olarak da üstünlük ve ayrıcalık tasavvurları Avrupalı olmayan toplumlar karşısında kullanılır. Özellikle de 19. yüzyılda hukuk, ticaret, sosyal düzen gibi kavramlarla toplumlar hiyerarşik bir tasnife tabi tutulmakta ve Avrupalı olmayan toplumların geri kalmışlığını ifade etmek için medeniyet fikri kullanılmaktadır. Bilim, teknik, sanayi modern Batı’da teşekkül ettiğinden ötürü Batılı olmayan toplumlar medenileşmek için Batılılaşma yolunu seçmek zorunda kaldılar. Bunun sonucunda ise medeniyet kavramı Avrupa-merkezciliği ve Avrupa sömürgeciliğinin meşrulaştırmak için elverişli bir araç olarak kullanıldı.
Medeniyetin temel kriterlerinden biri olarak kabul edilen ilerleme fikri aynı zamanda modernitenin de ayrılmaz unsurlarından biridir. Bugünün geçmişten, geleceğin ise bugünden daha iyi olacağına dayanan ilerleme fikrinin dayanak noktası teknolojik gelişmeler ve bunun çerçevesi dâhilinde birçok farklı alanda atılan adımlardır. Oysa tarihin doğrusal (Linear) ilerlediği ve sürekli iyiye doğru geliştiği fikri teknoloji ve onun dışındaki alanlarda yaşanan trajik vakalarla sarsılmış ve yeni düşüncelerin doğmasına neden olmuştur. Tarihin dairevi (Cylical) hatlar üzerinde iniş çıkışlarla, geri dönüşlerle, kırılmalarla, tekrarlar ve başa dönüşlerle olduğu fikri güç kazanmış ve geçmiş-gelecek arasındaki iyi-kötü ayrımı kronolojik çizginin dışında bırakılmıştır. Bu düşünceyle beraber ahlaki ilerlemenin teknolojik ilerlemeyle paralel gitmediği fark edilmeye başlanmıştır.
Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını ücretsiz indirebilirsiniz.