ANAHTAR
Öykü • ANAHTAR
ANAHTAR
Emlakçının tarif ettiği
sokağa girdiğimde içimde; tuhaf bir endişe ve taşımakta epey zorlandığım kocaman
bir gelecek kaygısı, elimde yeni kiraladığım evin anahtarı vardı. Son kalan
paramla bir çatı katını anca kiralayabilmiş, eğer iş bulamazsam burada bile en
fazla iki ay kalabileceğimi zar zor kabullenebilmiştim. Üstelik kiraladığım
odayı hiç görmeden sadece tarifle kiralamam beni ayrıca korkutuyordu.
Emlakçının “Biraz yıpranmış ama oturulur yani.” tarifi zaten oldukça endişe vericiydi.
Ev sahibini hiç görmeden emlakçının bana evi kiralamasına da gıcık olmuştum. “Bakalım
neler olacak daha bu hayatta?” dedim içimden. Hızlı hızlı yürüyüp tarif edilen
apartmanın önüne geldim. Eşyalarımı getirecek kamyonet henüz ortalıkta yoktu.
Binanın dış kapısının açık olduğunu görünce kiraladığım daireye çıkmaya karar
verdim. Üzerinde bir karış toz olan gıcırtılı ahşap basamakları çıkmaya
başladım. Her yerde örümcek ağları vardı. Sanki çok uzun zamandır kimse bu
merdivenlerden çıkmamış gibiydi. Bir korkuyla kiraladığım dairenin kapısına
vardığımda, biraz da hamladığımdam soluk soluğa kalmıştım. Bu apartmanda kimse
oturmuyor muydu acaba? Emlakçı: “Ev sahibi de sizin apartmanınızda oturuyor.
Komşu olacaksınız.” demişti bana. Halbuki bu apartmanda birileri oturuyor gibi görünmemişti
bana.
İçeriye elimde sıkı
sıkı tuttuğum anahtarla girdim. Çatı katı da tam çatı katıymış gerçekten. Üçgen
tavanlı odanın sağında solunda bulunan ahşap direkler, sanırım çatıyı tutmaya
yarıyordu. Gerçi kendilerine bile hayırları varmış gibi durmuyorlardı ama neyse
işte. Yer yer rutubetten kabarmış duvarlarda, nedenini anlayamadığım pek çok
paslı çivi vardı. Pencerenin kenarında ahşap tek ayaklı yuvarlak bir masa, masanın
yanında dört tane plastik kova duruyordu. Üçü pembe biri yeşildi kovaların.
Yeşil olan kova pembe olsaydı takım olurlardı diye düşündüm. Köşede bir çekyat vardı.
Bütün bu terk edilmişliğin arasında, en yeni ve en kullanılası eşya işte bu
çekyattı. Odanın diğer tarafında ise büyük bir karton kutu vardı. Gidip kutudaki
eşyalara baktım. Pek çok bebek ve çocuk giysisi gördüm. Renk renk çeşit çeşit bu
kıyafetlerin bir kısmı oldukça sıradan ve sade bir kısmı ise süslü püslü ve
daha pahalı görünüyordu. Bu kıyafetler de ne alaka dedim. Hem kimin bu
giysiler? Kim bırakmış bunları?
Birden kapı tarafından
bir ses geldi. Sanki biri kapıyı anahtarla açmaya çalışıyordu. Korkuyla baktım.
Ne yapacağımı bilemedim. Sonra birden kapı açıldı ve bir kadın girdi. Kırmızılı
morlu yemenisiyle otuzlu yaşlarındaydı. “Kimsiniz?” diye sordum. “Neden bir
anahtarınız var?” Hiç cevap vermeden yüzüme baktı. Elinde çocuk kıyafetleri
vardı. Kutudaki kıyafetler gibi diye düşündüm. Kadın ben yokmuşum gibi
davranarak gidip elindeki giysileri kutuya bıraktı. “Ne istiyorsunuz?” dedim. “Buraya
ben taşındım. Bu şekilde giremezsiniz.” Kadın yine cevap vermedi. Sonra geldiği
hızda geri geri yürüyerek çıktı. “Elinizdeki anahtarı bana verin. Bu şekilde
içeri giremezsiniz.” diye bağırdım arkasından. Hayatımda ilk defa geri geri
yürüyerek merdivenleri inen birini görüyordum. Korkuyla kapattım kapıyı. Ne
yapacağımı bilemiyordum.
Bir müddet oturup
eşyalarımı getirecek kamyoneti beklemeye karar verdim. Hem bütün bunların
muhakkak mantıklı bir açıklaması vardı öyle değil mi? Belki gelen kadın, ev
sahibinin sağır ve dilsiz kızıydı. Sağır ve dilsiz olduğu için de benimle
konuşamamıştı. Gerçi ev sahibinin bir kızı var mıydı bilmiyorum ama sonuçta
olmadığını da bilmiyordum. Bu şekilde kendimi teselli etmeye çalıştım bir süre.
Bir yandan da kadının yürüme şeklini düşünmemeye çalışıyordum.
Sonra yeniden aynı
kilit sesini duydum. Biri yine kapıyı zorluyordu. Ben ne olduğunu anlayamadan kapı,
kendiliğinden açıldı. Kapının kulak tırmalayıcı gıcırtıları eşliğinde Güven
Kıraç’a benzeyen bir adam geldi. Daha doğrusu Güven Kıraç’ın İngilizce
öğrenmeye çalıştığı filmdeki haline benzeyen bir adam. Sahi neydi o filmin adı?
Ne güzel filmdi oysa.
“Siz de kimsiniz?”
dedim sinirle. “Ne işiniz var burada?”
Büyük bir kibirle bana
baktı Güven Kıraç’a benzeyen adam. “Buraya da hep ukalalar taşınıyor. İşte bir
tane daha gelmiş.” dedi söylenerek.
O sırada duvarın
içinden süzülerek bir kedi geldi. Gelir gelmez de kocaman yeşil gözleriyle beni
incelemeye başladı. Tamamı simsiyah uzun tüylerle kaplı, yalnızca kuyruğunun
ucu beyaz olan bu kedi; nasıl olmuştu da duvarın içinden geçebilmişti?
Korkuyla bağırdım Güven
Kıraç’a benzeyen adama: “Duvarın içinden bir kedi çıktı. Aman Allahım! Nasıl
olur bu? Duvarın içinden çıktı.”
Adam benim aksime
oldukça sakindi. “Ne var ki bunda?” dedi kayıtsızca. “Bir kedi patileriyle
kapıyı nasıl açsın? Mecburen duvardan geçmiştir hayvancağız.”
Sonra kedinin olduğu
tarafa doğru bakıp: “Üstelik ben kedi falan göremiyorum. Siz şaka falan yapıyor
olmayasınız?” dedi gülerek.
“Şaka falan yapmıyorum.
İçeri bir kedi girdi. Bakın orada işte.” dedim. “Orada durmuş sinsi sinsi bize
bakıyor.”
“Alemsiniz valla.”
dedi. adam. “Duvardan geçen kedi duymuştum da sinsi sinsi bakan kedi ilk defa
duyuyorum. Kediler sinsi sinsi bakmaz. Bakamaz. Size öyle gelmiştir.” dedi
şaşırarak.
Adamın ısrarla
görmediği kedi, bu sefer de mırıldanarak kayıtsızca yanıma geldi. Tam önümde
oturdu. Kedinin kuyruğu yavaş yavaş sallanıp gövdesine çarpıyordu.
“Bakın.” dedim. “Kedi
orada. Görmüyor musunuz? Orada bir kedi var işte. Kuyruğunu sallıyor.” diye ilave
ettim telaşla.
Adam kedinin olduğu
yöne baktı uzun uzun gözlerini kısarak. Sonra bana dönüp “Burada kedi falan yok,
hanımefendi.” dedi. “Hem kediler kuyruk sallamaz. Köpekler kuyruk sallar.
Olduğunu iddia ettiğiniz hayvan köpek olmasın sakın?”
“Hayııır!!” dedim
ısrarla. “Bir kedi. İşte tam önümüzde bize bakıyor.”
“Bize baktığını da nereden
çıkardınız?” dedi adam. “Belki sadece gözleri dalmıştır.” diye de ekledi sinir
bozucu şakacı ses tonuyla.
“Aman ne komikmiş!”
dedim. “Kedi var. Orada işte görmüyor musunuz gerçekten de?”
“Hanımefendi siz
yorgunsunuz galiba.” dedi adam. “Biraz dinlenin en iyisi.”
Derken başka bir kadın daha
geldi. Bir elinde üstünde küçük mavi çiçekler olan bir çocuk kıyafeti diğer
elinde turuncu bir patik. Ayakları süzülür gibi sanki yere hiç basmıyormuş gibi
geçti yanımızdan. Umutsuz gözlerle baktım kadına. “Burada ne işiniz var? Buraya
ben taşındım. Gelmeyin artık.” dedim sözüm ona kararlı bir ses tonuyla. Hiç
oralı olmadı kadın. Giysileri bırakıp yine aynı süzülen adımlarla çıktı.
“Bu insanlar da kim?”
diye sordum adama. “Siz kimsiniz? Ne istiyorsunuz benden?”
“Bir şey istediğimiz
yok hanımefendi.” dedi adam. “Biz sizin komşularınızız. Sadece o kadar.”
“Sadece o kadar mı?”
dedim öfkeyle. “Niye evime girip duruyorsunuz? Burayı ben tuttum artık. Hem
herkes bu dairenin anahtarını bana versin artık. Bu şekilde evime girip
çıkamazsınız.”
“Bu istediğinizi
istesek de yapamayız.” dedi adam. Biriktirdiğimiz kıyafetlerin hepsi bu
dairede. Hem burası çatı katı. Ortak kullanım alanı sayılır yani.”
“Ne yapacaksınız bu
çocuk kıyafetleriyle? Neden biriktiriyorsunuz?” diye sordum. “Bu kıyafetleri
yetim çocuklar için topluyoruz. Yeteri kadar kıyafete ulaşınca onları ihtiyaç
sahiplerine vereceğiz.” dedi adam. “Hem siz biraz sinirlisiniz galiba. Ben sizi
yalnız bırakayım da dinlenin biraz.” deyip kedinin az önce girdiği duvardan
süzülerek çıktı. Ne yapacağımı şaşırmış halde Güven Kıraç’a benzeyen adamın
arkasından bakakaldım. Duvarlardan bu şekilde geçebildiklerine göre onlardan
ısrarla anahtarı istememin de bir faydası olmayacaktı. Ne de olsa istedikleri
gibi girip çıkabilirlerdi evime. Bu şekilde düşününce birden anlamsız bir
umursamazlık geldi üzerime. İyi insanlara benziyorlardı aslında. Hem yetim
çocuklar için kıyafet toplayan insanlardan zarar gelmezdi herhalde. Aslına
bakarsanız bu kısmı tam olarak bilemiyordum. Yaşayınca görecektim artık. Hem
zaten yeni bir ev tutacak param da kalmamıştı. Gidecek bir yerim de yoktu.
Mecburen bir süreliğine de olsa burada, bu tuhaf insanlarla birlikte kalacaktım.
O halde buraya alışmaya çalışmaktan başka da çarem yoktu.
Taşınma telaşı ve
gördüğüm bu tuhaf şeyler beni çok yormuştu. Belki de Güven Kıraç’a benzeyen
adamın tavsiyesine uyup dinlenmenin vakti geldi de geçiyordu bile. Kimsenin
gelmemesini umut ederek, odadaki çekyatın üzerine uzandım. Akşam olmuştu. Güneş
de benim gibi yavaş yavaş uzanmaya başlamıştı. Kendimi çok yorgun
hissediyordum. Eşyalarım gelmediği için bir yatağım da yoktu. Demek ki bu gece
bu çekyat bana kalmıştı. Gece üstüme örtecek hiçbir şey yoktu yanımda. Keşke şu
yetim çocuklara yardım eden komşular, bana da en azından bir battaniye
getirselermiş diye düşündüm. Yetimlikse ben de yetimdim. Neden bana yardım
etmemişlerdi? Gözlerimi kapadım. Yarın sabah güneşle birlikte doğacak umutlarım
olsun diye dileyerek zar zor derin bir uykuya dalmayı başardım.